Davos Zirvesi ile ün yapmış Dünya Ekonomik Forumu, neoliberal politikaları ve küreselleşmeyi şekillendiren en önemli yapılardan biri. Ancak, Davos toplantılarının trendleri doğru okuma ve sorunlara çözüm önermede 2008'teki küresel krizden bu yana bir tıkanma yaşadığı da aşikâr. Araya bir de salgın girince Davos, eski şaşaalı günlerinden uzaklaşmıştı. İki yıl aradan sonra Davos Zirvesi yeniden yüz yüze gerçekleşti. Çevrimiçi de takip edilebilen oturumlarda gıda krizi, iklim değişikliği, otomasyon- dijitalleşme çağında çalışma hayatı gibi kritik meseleler masaya yatırıldı. Davos'ta laf çoktu; ancak küresel sorunlara yönelik çözüm önerileri oldukça zayıftı. Gıda krizi ve iklim değişikliği gibi ülkelerin tek başlarına çözüm üretemeyecekleri meselelerde küresel koordinasyonun nasıl sağlanacağı halen koca bir soru işareti. Rusya'ya karşı diplomasi kanallarının neredeyse hepsini tıkayan Avrupalı yetkililer, Ukrayna'daki buğday sevkiyatını yavaşlatan Moskova yönetimini şikâyet etmekten başka kelam etmediler. Aksiyon alabilecek konumda olan kişilerin küresel iş birliğinin önemine vurgu yapan açıklamalar yapmakla yetinmelerinin kimseye faydası olmuyor. Lafla peynir gemisi yürümüyor.
ÇEVREYE VE İNSANA DUYARLI ANLAYIŞ
Zirveye katılanlar büyük şirketlerin karbon ayak izlerini azaltmaya dönük olarak uyguladıkları yöntemleri ve teknolojileri paylaştılar. Ama çevre bilinci hususunda KOBİ'lerin nasıl teşvik edilebileceğiyle ilgili yeteri kadar çalışma ve tartışma yoktu. Çevreye duyarlı üretimin getireceği maliyet artışlarının ülkeler arasında adil paylaşılabilmesi için gelişmiş ülkelerden diğerlerine aktarılması gereken fon havuzu çok sığ. Sürdürülebilir finansman mekanizmalarını çeşitlendirmek için ortaya konan planlar ise zayıf. Sınırda karbon vergisi gibi gelişmekte olan ülkeleri ihracatta doğrudan etkileyebilecek politikaların gelişmiş ülkelerce rekabet avantajı elde etmeye dönük olarak suiistimal edilebileceği riski çok da tartışılmıyor. Davos'taki panelistler, bazı şirketlerin akıllı otomasyon teknolojileri sayesinde çalışanlarının üretkenliklerini nasıl artırdıklarını anlattılar; ancak teknolojilerin nasıl daha insan ve istihdam odaklı biçimde geliştirilebileceğine dair ikna edici öneriler gelmedi. İyi uygulamalar ve örnek vaka analizleri geniş kitlelere/yapılara hitap etmeyince karın doyurmuyor. Durum böyle olunca da Davos'taki konuşmalar, dostlar alışverişte görsünden öteye geçmiyor.
KÜRESELLEŞMENİN SONU DEĞİL
Davos'ta en hararetli tartışılan meselelerinden bir tanesi de küreselleşmenin akıbetiydi. "Lexus ve Zeytin Ağacı" ve "Dünya Düzdür" isimli küreselleşmeyi analiz eden kitaplarıyla sükse yapan Thomas L. Friedman'ın oturumu en çok ilgi çeken etkinliklerden biriydi. Friedman, ukala ve agresif bir üslupla yaptığı konuşmasında küreselleşmenin ölmediği konusunda katılımcıları ikna etmeye çalıştı. 2008'den bu yana yaşadığımız krizler, salgın ve savaşlar küreselleşmeye ağır darbeler indirdi. Bu doğru. Küresel ticaret ivme kaybetti, tedarik zincirleri bozuldu. Rusya ve Çin'i küresel ekonomiye entegre etmek için uzun yıllar kucaklayıcı bir strateji uygulayan Batılı ülkeler, artık bu iki güce karşı çevreleme politikası uygulamaya başladı. Tüm bu sert değişimlere rağmen, küreselleşmenin öleceğini iddia etmek gerçekçi olmaz. Küreselleşme şekil değiştirebilen bir fenomen. 1870-1914 yılları arasındaki küreselleşmenin birinci dalgası ile 1980-2008 arasındaki küreselleşmenin ikinci dalgası arasında kritik farklar var. Araya iki tane dünya savaşı, 1929'daki Büyük Buhran ve Soğuk Savaş girse de küreselleşme bir şekilde kendine yeni bir yol buldu ve başka bir formatta yükselişe geçti. Küreselleşme şimdi de bir dönüşümden geçerek kendini yeniliyor. Batılı ülkeler kendi şirketlerinin üretimi sorgusuz sualsiz Çin'e kaydırmalarına (offshoring) artık müsaade etmeyecek. Batılılar fabrikalar yeniden kendi ülkelerine taşımaya (reshoring) çalışacak. Ancak, yaşlı nüfus ve yüksek maliyetler gibi çeşitli nedenlerden ötürü bu taşınmanın tamamen gerçekleşmesi mümkün değil. O yüzden Batılı ülkeler, üretimde gelişmekte olan ülkelere ihtiyaç duymaya devam edecekler. Tedarik zincirlerini yakın bölgelere (nearshoring) veya jeopolitik anlamda dost ülkelere (friendshoring) kaydırma ihtimali ortaya çıkacak. Bu, küreselleşmenin yok olmaktan ziyade dönüşüm geçirdiğinin bir işareti. Çin de bir taraftan Asya-Pasifik, Orta Asya, Afrika gibi bölgelerdeki strateji ve faaliyetleriyle küreselleşmeyi kendi lehine çevirmeye çalışıyor. Küreselleşmenin ikinci dalgası birçok açıdan aşırıya kaçmıştı; sorunlu ve adaletsizdi. Şimdi Batılılar küreselleşmenin aşırılıklarını törpüleme derdindeler. İyi bir reform süreciyle küreselleşme insanlığın daha fazla yararına olacak bir formata getirilebilir. Ancak, Batılılar bu dönüşümü düzgün ve adil biçimde yapacak samimiyette olmanın uzağındalar. O yüzden daha fazla ülkeye ses veren daha kapsayıcı bir reform sürecine ihtiyaç var.