Son 3-4 yıldır ekonomide dövizle yatıp dövizle kalkıyoruz.
Kurdaki dalgalanma doğrudan veya dolaylı olarak bütün ekonomik değişkenleri etkiliyor.
Kur etkisinin en derinden hissedildiği alanlar hiç kuşkusuz enflasyon ve dış ticaret. Marttan bu yana kurda yaşanan son yükseliş dalgası olmasaydı ve dolar/TL kuru 7.80-8.20 bandında seyretseydi, üçüncü çeyrek itibarıyla enflasyonda hissedilebilir bir düşüş yaşayabilirdik.
Ancak, TL'deki kayıpların sürmesi sonrasında kurdan enflasyona geçişkenlik etkisini görmeye devam ettik. Neticede enflasyondaki belirgin düşüş için beklentiler üç ay daha ötelenerek dördüncü çeyreğe sarktı.
REKABETÇİ KUR TARTIŞMASI
Kurdaki sıçrama enflasyon üzerinden Türkiye ekonomisini zorlarken, zayıf TL'nin en azından dış ticaret açığını kapatma noktasında olumlu yansımalarının olabileceği tahmin ediliyordu. Bu bağlamda, rekabetçi kuru bir ara çok tartıştık. Birçok konuda olduğu gibi, maalesef burada da meseleyi düzgün şekilde ele alamadık.
Türkiye'de meseleler 'siyahbeyaz' mantığı ile tartışılıyor.
Haliyle tartışmalar faydalı deneyim ve bilgi paylaşımına değil, kısır kavgalara dönüşüyor.
Rekabetçi kur falan katiyen olmaz diyen bir kesim var. Oysa ki sanayileşmiş ülkelerin geçmişte kendi aralarında yaşadıkları rekabette, 20. Yüzyıl'da Japonya ve Güney Kore gibi Doğu Asya ülkelerinin gerçekleştirdiği ekonomik mucizede ve 21. Yüzyıl'da Çin'in gösterdiği etkileyici ihracat performansında rekabetçi kur, sanayi politikalarının kritik bir bileşeni olarak kullanılmıştır.
Rekabetçi kur, Türkiye'de Asya ülkelerinin yaşadığı oranlarda bir ihracat artışı sağlayamadı. Bunun çeşitli nedenleri var. Öncelikle, TL'deki değer kaybı planlı ve kontrollü bir şekilde gerçekleşmedi. Zayıf TL, bütüncül bir sanayileşme stratejisinin parçası değildi. Ne üretim yapımız ne de tüketim alışkanlıklarımız kurdaki artışı kolayca lehimize çevirebilme fırsatı veriyordu. 2004- 2013 arasında TL'nin aşırı değerli olmasına izin vermiştik. Bu hatanın da yansımasıyla üretimdeki montajcı yapının değişememesi ve lüks ithal tüketim bağımlılığının artması, rekabetçi kuru lehimize çevirmeyi engelledi.
TL'deki değer kaybının çok ani ve hızlı gerçekleştiğini ve kurdaki dalgalanmanın boyutlarının aşırı yüksek olduğunu da göz ardı etmeyelim.
Dalgalanmanın ve belirsizliğin bu kadar yüksek olduğu bir ortamda fiyatlama ve yatırım kararlarını düzgün yapabilmek zor.
Literatürde rekabetçi kurun ihracata dayalı büyümeyi destekleyeceğine dair yığınla bilimsel makale mevcut.
Ama bir taraftan da bazı bilimsel çalışmalar, kurdaki dalgalanmaların firma ölçeğinde üretkenliği ve istihdamı negatif etkilediğini gösteriyor.
Özetle, rekabetçi kur diye bir şey olsa da bu, koşulsuz elde edebileceğiniz bir ihracat avantajı değildir.
İHRACATTAKİ REKORLARI GÖZ ARDI EDEMEYİZ
Yine de bütün bunlar, ihracatta zayıf TL'den hiç faydalanmadığımız anlamına gelmiyor. ABD ve çeşitli Avrupa ülkelerinin dış ticaret açığının arttığı, tedarik zincirlerinin ağır hasar aldığı salgın döneminde ihracatımızın Türkiye ekonomisine verdiği destek ortada. Bu yılın ilk altı ayında ihracatımız 2020'nin aynı dönemine kıyasla yüzde 40 arttı. Dış ticaret açığımız yüzde 11.42 azaldı. İhracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 75.9'dan yüzde 83.2'ye yükseldi. Bir aksilik olmazsa tarihimizde ilk defa bu yıl 200 milyar doların üzerinde ihracat gerçekleştireceğiz. Dış ticaretteki bu iyileşmede rekabetçi TL'nin hiç etkisi olmadığını söylemek mümkün değil. TL'deki değer kaybı sonrası rakip ülkelerinkine kıyasla bizim ihraç ürünlerimizin fiyatlarının görece ucuzlaması, başta ABD olmak üzere birçok pazara gerçekleştirdiğimiz ihracatı desteklemiştir.
Rekabetçi kurdan ihracatta daha fazla fayda elde etmek için öncelikle kurdaki dalgalanmaların boyutlarını aşağıya çekmeliyiz. Ekonomi politikalarının öngörülebilirliğini artırmak ve jeopolitik riskleri kontrol altında tutmak bu noktada çok önemli. İkinci olarak, rekabetçi kuru sanayileşme stratejisinin bir parçası haline getirmek için çeşitli makro ihtiyati tedbirleri ve sanayi/teknoloji politikalarını eşgüdümlü olarak devreye sokmalıyız.