Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) bu hafta gerçekleştirdiği enflasyon raporu bilgilendirme toplantısına her zamankinden daha fazla önem atfedildi. TCMB'nin kur ve enflasyonda yaşanan son gelişmeleri nasıl yorumlayacağı merakla bekleniyordu. Raporda enflasyonun hem talep hem de arz tarafından baskı gördüğünün altı çizilmiş. Kredi genişlemesine bağlı olarak dayanıklı tüketim mallarına yönelik talepte hızlı bir artış yaşandı. Arz tarafında ise salgına bağlı olarak birim maliyetlerde görülen artışa bir de döviz kuru geçişkenlik etkisi eklendi.
GÜNCELLEME
Hava koşullarındaki olumsuzlukların yanı sıra koronavirüsün gıda arz ve talebi üzerindeki etkileri uluslararası gıda fiyatlarının yükselmesine sebep oluyor. Raporda küresel koşulların bir yansıması olarak içeride gıda enflasyonunu arttıracağı öngörülüyor. TCMB bütün bu gelişmeler ışığında yıl sonu enflasyon beklentisini yüzde 8.9'dan 12.1'e yükseltti. 3.2 puanlık bu güncellemenin 1.6 puanının TL cinsinden ithal ürünlerin fiyatlarında yaşanan artıştan kaynaklanması bekleniyor. Enflasyon tahminini aşağıya çeken tek unsur ise hizmet sektöründeki KDV indirimleri.
UZUN SOLUKLU MÜCADELE
TCMB Başkanı Murat Uysal, enflasyon beklentilerinin uzun vadede daha fazla bozulmaması için para politikasında ilave sıkılaştırmaya gidileceğini belirtti. Gerek duyulduğu takdirde politika faizi üzerinden de aksiyon alınabileceğini net bir şekilde vurguladı. Çift haneli enflasyonun Türkiye için yeniden kalıcı bir sorun olmasının önüne geçmek için uzun soluklu bir mücadele dönemine girmemiz gerekiyor.
MACRON'UN ASIL DERDİ
AVRUPA genelinde olduğu gibi Fransa'da da son yıllarda göçmen karşıtlığı, aşırı milliyetçilik ve İslamofobya yükselişte. Bu ortamda aşırı sağcı manevralar ve popülist siyasi söylemler prim yapıyor. Avrupa'da merkez partiler ve siyasetçiler uzun süredir ekonomik ve sosyal problemlere cevap üretemiyor. Mavi yakalı işlerin gittikçe azalması, orta direğin erimesi ve gelir/servet eşitsizliğinin artması toplumsal tansiyonun uzunca bir süredir yükselmesine neden oluyordu. 2008'deki küresel finans krizi bu sorunları daha fazla hissedilir hale getirdi.
MAKYAJ AKMAYA BAŞLADI
Fransızlar ve diğer Avrupalılar uzun süre içlerine attıkları bu sorunları zamanla seçim sandıklarına ve gösteri meydanlarına yansıtmaya başladılar. Sarı Yelekliler böyle ortaya çıktı. Le Pen gibi aşırı sağcı siyasetçiler oy oranlarını bu sayede arttırmayı başardı. Avrupa'nın derin dondurucusunda bekleyen ırkçılık gibi virüsler yeniden gün yüzüne çıktı. Göçmenler - özellikle de Müslüman olanlar - günah keçisi ilan edildi. Demokrasi ve insan hakları makyajı akmaya başladı. Avrupa'nın iki tane dünya savaşının fitilini ateşlediğini unutmayalım. Geçmişiyle yüzleşmesi kolay olmayan, çok fazla bagajı olan bir yer Avrupa. Merkeze hitap eden siyasetçilerin normalde bu sorunlara çözüm üretip toplumsal birlikteliği korumaya çalışmaları beklenirdi. Ancak Macron gibiler işin kolayına kaçıyor. Zira sorunların çözümüne yönelik politikalar icra etmek, küreselcilerin ayağına basmak anlamına geliyor. Sağlık ve eğitime daha fazla kaynak ayırmak, yüksek gelirlilerin ve elitlerin vergi oranlarını arttırmak, piyasalardaki oligopolleşme eğiliminin önüne geçecek düzenlemeleri devreye sokmak ve benzerleri. Yapılması gerekenler aslında bunlar. Ama bu politikaların hayata geçirilmesi küreselcilerin ekonomiden aldıkları payı azaltacağından dolayı birçok siyasetçi buralara yönelmekten çekiniyor. Sonuçta Batı'da siyaseti büyük oranda küreselciler finanse ediyor. Bu durumda aşırı sağ ve popülist söylemlere daha fazla başvurarak oyları konsolide etmek daha kullanışlı bir hale geliyor. Macron'un da yapmaya çalıştığı tam olarak bu. Ekonomi ve sosyal politikalardaki beceriksizlikleri bu şekilde perdelemeyebileceğini düşünüyor. Siyaseten kazançlı çıkabilir mi? Belki. Gittiğinde iyi bir miras bırakabilir mi? Zor.