Küresel ekonomide negatif faiz tartışmaları alevlendi. Koronavirüs ile ekonomik mücadelede negatif faizin işe yarayabileceğini düşünenler var. Bu gruba ABD Başkanı Donald Trump da dahil. Fed Başkanı Jerome Powell ve İngiltere Merkez Bankası Başkanı Andrew Bailey negatif faizin şimdilik bu iki kurumun gündeminde olmadığını belirttiler. İki başkanın da negatif faizin yan etkilerine yönelik endişeleri var.
AB ve Japonya uzunca bir süredir negatif faiz politikası uyguluyor. Ama bu politikanın ekonomiyi canlandırdığına yönelik güçlü bir emare yok. Yine de ABD negatif faize kapıyı tam anlamıyla kapatmış değil. Trump'ın söylemleri ve piyasaların baskısı ABD'de faizlerin negatif tarafa kaymasına zemin hazırlayabilir.
YAN ETKİLERİNE DİKKAT
Koronavirüs krizinin çözümü negatif faizde değil. Merkez bankası olarak faizleri ne kadar düşürürseniz düşürün fark etmez, virüsün ne zaman biteceğine ve şirketlerin durumuna dair onca belirsizliğin olduğu bir ortamda özel bankaları kredi vermeye ikna edemiyorsunuz. Kredi mekanizması düzgün çalışmıyor.
Negatif faizin bazı yan etkileri de var. Negatif faizle merkez bankaları kredi vermeleri için özel bankaları zorlamaya başladığında ne oluyor? Özel bankalar, ödeme garantisi yüksek olan büyük müşterilerine kredi açıyorlar. Aslında onların krediye falan çok da ihtiyaçları yok. Ancak, hazır ellerine para geçmişken onlar da bu parayla ya zor durumda olan şirketleri satın alırlar ya da finans piyasalarında spekülatif hareketlere kalkışırlar.
Genç şirketler ve KOBİ'ler kredi piyasasından dışlanır. Şirket satın almaları artınca ve KOBİ'ler krediye ulaşmada güçlük çekince reel sektörde rekabet ortamı bozulur. Azalan rekabet verimliliği ve ekonomik büyümeyi olumsuz etkiler.
Negatif faiz politikası, finansal istikrarın bozulmasına ve tasarruf eğiliminin azalmasına da neden olabilir. Faizin azı da çoğu da zarar. Ekonominin bereketini kaçırmaya yetiyor.
Maliye ve para politikaları ortaklığı
PEKİ, alternatif hangi politikalar düşünülebilir? Maliye politikalarının daha fazla devrede olması gerekiyor. Para politikaları burada yardımcı rol oynamalı. Önceki yazılarımda da anlatmaya çalıştığım gibi merkez bankaları hazinelerin çıkaracağı faiz ödemesiz devlet tahvillerini satın alabilirler. Bu tahvillerin geçek anlamda itfası olmaz. Yani para, merkez bankalarına geri ödenmez. Kamunun borç yükü de fiilen artmamış olur. Kamu, ortaya çıkan ilave likidite ile ekonominin ihtiyaç duyduğu desteği sağlar. Kamu elindeki büyük veriyi kullanarak 2019'a kıyasla reel sektörün bu yıl kaybettiği ciroyu hesap eder. Şirketlere sunulacak faizsiz uzun vadeli finansman imkânlarıyla bu kayıpların makul bir kısmı telafi edilir. Hatta kamu eline geçen ilave parasal kaynakla yapabildiği ölçüde reel sektörden mal ve hizmet satın alır. Kamu bir taraftan da işsiz kalanlara ve dar gelirli ailelere yönelik doğrudan gelir desteği vermeye devam eder. Enflasyon ve kur riski düşük olan gelişmiş ülkelerin bu politikayı uygulaması çok daha kolay. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler de böylesi bir politika uygulayabilir; ancak enflasyon ve döviz kurunu düşünerek hareket edip ince işçilik çıkarmak lazım. Makro dengeleri hesap ederek parasallaşmanın miktarını ayarlamak gerekiyor. Fiyat ve kur istikrarı için tamamlayıcı bazı politikalara ihtiyaç duyulabilir.
En çok ihtiyaç duyulan dönemde G20 ortada yok
BU tip politikalardan küresel ekonominin tam olarak faydalanması için G20 ülkelerinin koordineli hareket etmesi ve ortak bazı mekanizmalar kurması çok önemli. Ancak, maalesef G20 ülkeleri arasında böylesi bir işbirliği ihtimalinin çok uzağındayız. G20'nin iki zıt kutbu arasındaki çatlak derinleşiyor. ABD koronavirüs nedeniyle Çin'e ciddi suçlamalar yöneltiyor. ABD bir taraftan da ulusal güvenliği bahane ederek Çinli Huawei'nin Amerikan teknolojilerini kullanmasına yönelik sınırlamaların kapsamı genişletiyor. Çin basınında Pekin yönetiminin buna karşılık olarak bazı büyük Amerikan şirketlerini soruşturma altına alacağı ve Boeing'ten uçak alımını sonlandıracağı konuşuluyor. Ticaret savaşları bitmedi, daha yeni başlıyor.