Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), politika faizini yüzde 19.75'ten 16.50'ye indirdi. Enflasyondaki düşüşün TCMB'nin tahmin ettiğinden daha hızlı seviyelerde ilerlemesi, faiz indiriminin önünü açan ana etmen. TCMB, temmuzda yayımladığı raporda yılsonu enflasyon tahmini yüzde 13.9 olarak duyurmuştu. Faiz kararının duyrulduğu açıklama metninde ise yılsonu enflasyonunun bu oranın da altında gelebileceği vurgulandı. Anlaşılan o ki, yılsonu enflasyon öngörüsü yüzde 13'e doğru geriliyor.
Fed ve Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) resesyon tehlikesine karşı politikalarını gevşetmeye başlaması, TCMB'nin faizi normalden daha hızlı düşürebilmesine destek sağlıyor. ECB, bu hafta hem mevduat faizini yüzde -0.4'ten -0.5'e çekti hem de varlık alımı yoluyla para musluklarını yeniden açtı. Fed de önümüzdeki toplantılarda Amerikan ekonomisinde ve küresel piyasalarda yaşanan gelişmelere kayıtsız kalmayarak faizi indirmeye devam edecek gibi duruyor.
Kademeli düşecek
Faiz hamlesiyle birlikte Türkiye'de reel faizler, hızla bizim ligimizdeki ülkelerin oranlarına doğru yakınsamaya başladı. Son enflasyon raporunda TCMB'nin 12 ay sonrasına dair enflasyon tahmininin yüzde 9.5 olduğunu unutmayalım. Reel faiz açısından bakacak olursak, TCMB'nin politika faizini önümüzdeki iki toplantıda düşürmek için belli bir hareket alanının olduğunu söyleyebiliriz.
Bu yıl için toplamda en az 100 baz puanlık ek faiz indirimi gelebilir. Bunun da üzerinde bir faiz indirimi sürpriz olmayacaktır. Enflasyon beklentisi ve küresel koşullarda beklenmedik bir kırılma yaşanmazsa, 2020 başında politika faizinde yüzde 14'lü seviyeler görülebilir.
Sistemde değişim şart
Cumhurbaşkanı Erdoğan, hafta başında gerçekleşen "Alternatif Finansta Yeni Ufuklar" başlıklı konferansta yaptığı konuşmasında, Türkiye'nin bankacılık bazlı finans sisteminden risk paylaşımının ve ortaklık anlayışının hakim olduğu sermaye piyasalarına dayalı bir sisteme geçiş yapması gerektiğini vurguladı.
Yerinde bir tespit.
100'den fazla ülkeyi kapsayan önemli bir akademik çalışmanın bulgularına göre, özel sektöre verilen kredilerin GSYH içindeki payı yüzde 80-100 aralığına erişince bankacılık sektörü ekonomik aktiviteyi artırmaktan ziyade büyümeden çalmaya başlıyor. Türkiye'de bu oran, şu sıralar yüzde 70'e yaklaştı. 2023 yılında bu oranın yüzde 80 sınırını aşması bekleniyor. Yani birkaç yıl içerisinde tehlikeli bölgeye girmiş olacağız. Bu açıdan finans sisteminde bir değişime gitmemiz gerekiyor.
Öncelikle, bankacılık sektörünün verdiği kredileri Türkiye ekonomisi için daha etkin alanlara yönlendirmeye yardımcı olacak düzenlemelere odaklanmalıyız.
Bununla birlikte, uzunca bir süredir yüzde 5'te sıkışıp kalan katılım finans kurumlarının payının artmasına yönelik hamlelere ihtiyaç var. Bunun için bir taraftan kâr-zarar paylaşımına dayalı finansal ürün çeşitliliğini artırmak bir taraftan da tasarruf sahiplerinin bu ürünlere olan ilgisini artıracak girişimlerde bulunulmalı. Böylece, katılım finans kurumlarının faize karşı geleneksel bankacılıktan sözde değil özde farklı bir duruşa sahip olduklarına yönelik insanlara güven aşılayabiliriz.
Son olarak, girişim sermayesinden kitle fonlamasına, yeşil sukuk'tan KOBİ borsalarına kadar çeşitli finansal kurumları ve enstrümanları kullanarak sermaye piyasalarının reel sektöre sağladığı finansman olanaklarını artırmamız gerekiyor.
Geleneksel bankacılık sektörü bütün dünyada tıkandı. Negatif faizin ortaya çıkması bile bu tıkanıklığın bir yansıması. Borçluluk seviyesini sürekli şişirmek, ekonomik kırılganlıkları artırmaktan başka bir işe yaramaz hale geldi.
Sermaye piyasalarını geliştirmek elzem. Ancak, sermaye piyasalarının da finansal taşkınlıklardan ari olmadığı unutulmamalı. 2000'de patlayan Amerikan dot-com balonu bu durumun en acı örneklerinden bir tanesi.
Dolayısıyla sermaye piyasalarını geliştirirken de küçük yatırımcıların haklarını koruyacak, yatırımcıları uzun vadeli düşünmeye teşvik edecek ve finansal kaynakların verimli sektörlere dağılımını sağlayacak şekilde oyunun kurallarını şekillendirmek gerekiyor.