Gelişmiş ülkeler, 2008'deki küresel finans krizinden çıkış yolu olarak ağırlığı para politikasına verdiler. Birçok ülke yüksek bütçe açığı ve kamu borcundan dolayı maliye politikası araçlarını kullanmaya çekindi.
Merkez bankaları, bir taraftan banka ve şirket tahvili satın alarak piyasaya trilyonlarca dolar para pompalarken bir taraftan da faizleri tarihi düşük seviyelere indirdiler.
Genişletici para politikası ekonomileri düzlüğe çıkarma konusunda belli oranda başarılı oldu. Ancak para politikasına bu derece bel bağlamanın; gelir dağılımını bozmak, küresel borçluluk seviyesini arttırmak ve şirketleri aşırı düşük faize bağımlı hale getirmek gibi yan etkileri oldu. Sonuç olarak, gelişmiş ülkelerin yapısal problemlere çok fazla çözüm üretmeden piyasalara saçtıkları para ekonomik büyüme açısından beklenen etkiyi yaratamadı.
MALİYE POLİTİKASI İŞE YARAR MI?
Yeni bir resesyon çıkması durumunda büyük merkez bankalarının, özellikle de Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB), hareket alanı oldukça dar. Merkez bankalarının şişkin bilançoları ve düşük faizler, para politikasını ciddi bir çıkmaza sokuyor. Olası bir küresel resesyonda para politikasından medet ummak çok gerçekçi değil.
ECB Başkanı Mario Draghi'nin yanı sıra, koltuğu kısa bir süre sonra ondan devralacak Christine Lagarde, para politikası araçlarının ekonomik canlanma açısından artık yeterli kalmadığını, maliye politikasının devreye girmesi gerektiğini uzunca bir süredir her fırsatta dillendirmeye çalışıyorlar.
Küresel finans krizi zamanında maliye politikası uygulamalarından katı bir şekilde geri duran Almanya bile bu sefer kamu teşviklerini devreye sokabileceğinin sinyallerini veriyor. Almanya Maliye Bakanı Olaf Scholz, ülkenin resesyona girmesi durumunda 50 milyar euroluk ilave kamu harcaması yapabileceklerini duyurdu.
REEL SEKTÖRE ÇÖZÜM BULMALARI GEREK!
Şu anki resesyon riski daha çok ticaret savaşlarının bir neticesi olarak artan maliyetlerin tetiklediği sanayi üretimi ve dış ticaret daralmasından kaynaklanıyor. Yani sorun, talepten ziyade arz tarafında. Dolayısıyla vergi indirimi, sosyal harcama artışı ve altyapı yatırımları gibi talebi canlandırmaya yönelik klasik genişletici maliye politikası araçları çok da etkin çalışmayabilir. Bu dönemde daha çok reel sektörün, özellikle de KOBİ'lerin, karşılaştığı maliyet artışına çözüm olabilecek tarzda maliye politikası araçlarına ihtiyaç var. Kamunun bu ihtiyaca cevap verebildiği durumda para politikasının da etkinliği artacaktır.
TCMB'NİN ZORUNLU KARŞILIK HAMLESİ
TÜRKIYE Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) hafta başında yaptığı değişiklikle TL bazında zorunlu karşılık belirleme politikasına kredi büyümesi kriteri getirdi. Bu doğrultuda TCMB, kredi büyümesi %10-20 bandında olan bankaların tutmakla yükümlü olduğu zorunlu karşılık oranlarını düşürürken, zorunlu karşılıklar için bu bankalara verdiği faiz/nema oranlarını arttırdı.
Bu politika değişikliğinin temel amacı; ödül-ceza mekanizması yoluyla bankaları kredi vermeye daha fazla teşvik ederek daralan ekonomik aktiviteyi canlandırmak.
Türkiye ekonomisinin mevcut durumu ve küresel koşullar dikkate alındığında olumlu bir adım. Mevcut durumda bu değişiklikten kamu bankaları istifade edecek. Zira özel bankaların kredi büyüme rakamları belirlenen referans değerin oldukça altında.
TCMB'nin sunduğu bu cazip fırsata özel bankalar da kayıtsız kalmayacaklardır.
Sonbaharla birlikte özel bankaların kredi verme iştahı artabilir.
Zorunlu karşılık hamlesinden daha fazla verim almanın bazı yolları var. İlk olarak, eğer sorunlu kredilerin yapılandırılmasında daha hızlı mesafe alınabilirse, bankacılık sektörünün rahatlayacak bilançoları ile birlikte yeni zorunlu karşılık belirleme politikası, bankaları daha fazla kredi vermeye teşvik edebilir.
İkinci olarak, zorunlu karşılık belirlemeye sektör kriteri de getirilebilir.
Cari açığın yapısal olarak azalmasına ve uzun dönemli ekonomik büyümeye katkı sağlayan sektörlere daha fazla kredi veren bankalara zorunlu karşılıklarda ilave avantajlar sunulabilir.
Böylece kredi artışları, gelecek vaat eden verimli sektörlere daha fazla yönlenmiş olur.