Küresel piyasalar geçen hafta merkez bankaları politikalarına yönelik beklentilerle hareket etmeyi sürdürdü. Dolar yükselirken, emtia fiyatları düşmeye devam etti. Japon yeninin hızla değer kaybetmesi ve Rusya'da rublenin kontrolden çıkması haftanın önemli gelişmelerinden biriydi.
Japonya'nın parasal genişleme düğmesine ikinci kez basmasının ardından en büyük yük Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) sırtına binmiş durumda. Avrupa ekonomisinde yaprak kıpırdamadığı için piyasalar ECB'nin daha büyük para basma hamleleri yapmasını bekliyor.
Perşembe günkü ECB toplantısı beklendiği gibi yeni bir önlem açıklanmadan sona erdi. Son aylarda açıklanan programların sonuçları görülmeye çalışılacağı için birkaç ay daha bu eylemsizlik hali devam edebilir.
ECB açısından en ilginç haber Başkan Mario Draghi'nin istifa edeceği yönündeki dedikodulardı. Draghi konuşmalarıyla bankanın politikalarının çok ötesinde beklentiler yaratıyor. Bunun bazı üye ülke merkez bankalarını rahatsız ettiği ise şimdi ortaya çıktı.
Almanya zaten fren yapan ülke konumunda, bunun ötesinde istifaya varacak bir anlaşmazlık olması, Draghi'nin ve zaman içinde ECB'nin güvenirliliğini daha fazla yitirmesine yol açabilir.
ABD'de ise ekonominin durumunu olduğundan iyi gösteren bir işsizlik verisi daha açıklandı. ABD'nin büyüme, enflasyon ve işsizlik verileri ABD Merkez Bankası'nın (Fed) politikalarını yönlendiriyor ama bunlar en az Çin'in açıkladığı göstergeler kadar sorgulanır hale gelmeye başladı. Bu ayki istihdam verilerindeki gariplik ise 16-24 yaş grubunda tarihte görülmemiş bir istihdam artışının -buna göre ekimde 528 bin genç iş buldu- açıklanmasıydı.
JAPONYA'NIN HAMLESİ
Japonya'nın parasal genişlemeyi hızlandırması kendi dengeleri açısından önemli riskler içeriyor. Para birimi yenin değer kaybının hızlanması, spekülasyonları artırabilir ve dünyanın en büyük borçlu ülkesinde tahvil piyasasından kaçış yaşanabilir. Bu Japon mali sisteminin de çöküşü anlamına gelecektir.
Japonya'nın parasal genişlemesinin önemli bir yönü daha var: Aynı Fed'in para basma politikalarının sonuçları gibi, özellikle Asya'da istikrarsızlık üretiyor. Yen sadece dolar karşısında değil rakip konumda olan ülkelerin para birimleri karşısında da değer yitiriyor. Güney Kore, Tayland, Malezya gibi para birimleri daha istikrarlı seyreden ülkeler bundan en fazla zararı görüyor, ihraç pazarlarındaki rekabetçilikleri törpüleniyor.
1997 Asya Krizi de bu şekilde çıkmıştı. Dolar-yen paritesi, 1995 yılındaki 80 seviyesinden 1997 yılında 147'ye yükseldi. Diğer yapısal sorunlar da eklenince önce Tayland'da, ardından Malezya ve Güney Kore'de sert devalüasyonlarla birlikte kriz patladı.
Çin ile Japonya 11 ana sektörde rekabet içinde. Buna karşın Japonya'nın hamlelerine Çin yanıt veremiyor. Bunun önemli bir nedeni Çin'in de devalüasyona yönelmesi halinde ciddi iflaslar yaşanması olasılığı.
Çin'e özellikle 2008 krizinden sonra ciddi bir döviz borcu girişi oldu. Büyük bölümü Hong Kong üzerinden yapılan bu borçlanmaların toplamının 1,2 trilyon dolara ulaştığı hesaplanıyor. Çin Merkez Bankası'nın kontrol altında tuttuğu yuanı devalüe etmesi, bu şirketler arasında iflasları hızlandırabilir.
Öte yandan Çin'in ekonomi çarklarının yavaşlamasına da tahammülü yok. 2008 krizinden sonra da Çin hızlı büyümeyi sürdürmek için dünyada görülmemiş bir kredi balonunu şişirdi. Şimdi Komünist rejim ekonomiyi raydan çıkarmadan reformları sürdürmeye çalışıyor. Bu nedenle ekonominin hızla yavaşlaması da başta emlak balonunun sönmesi olmak üzere birçok risk içeriyor.
Çin, Japonya'nın hamleleri nedeniyle iyice köşeye sıkışıyor.