Gönül arzu eder ki... Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın tarihi çağrısı tüm cumhurbaşkanı adaylarında, kampanyalarında ve seçim dilinde karşılık bulsun. Yani... 14 Mayıs seçim süreci kısır çekişmelerin mecrası haline dönüştürülmesin!
Sn. Erdoğan'ın da dediği gibi...
"Türkiye, 6 Şubat depremlerinin yol açtığı yıkımları ortadan kaldırmadan geleceğe güvenle bakamaz!"
Evet! Türkiye'nin ne vakit kaybına ne dikkat dağınıklığına ne de enerjisini gereksiz yere harcamaya tahammülü vardır.
Deprem felaketinin tüm izlerini silmek, dış politika ve güvenlik konularından bir an olsun bile uzaklaşmamak, ekonomik ve sosyal restorasyon dönemini kesintisiz sürdürmek için Türkiye, "seçim gündemini bir an önce tamamlamalıdır."
***
Gel gör ki... 'Masa'yı güç bela bir arada tutabilen, siyasal yara bere içinde cumhurbaşkanı adayını açıklayabilen Millet İttifakı, şimdiden "seçim kazanmış havasına" girmiştir. Kendileri için "büyük!" ama Türkiye için "küçük!" sayılabilecek adımlarıyla öylesine motive olmuşlar ki gözleri hiçbir şeyi görmemektedir. Bu anlayışın ortakları için "Amaca ulaşmak için her şey mubahtır!" Seçimden sonra ise "Şartlar değişti, değişen şartlara göre, söylem ve politika da değişmek zorunda" diyecekleri bugünden belli olmuştur. İşin bu kısmı, onların bileceği iştir. Memleket meselelerine kafa yoran bizler için önemli kısım ise farklıdır. "Erkenden seçim kazandığını zanneden kafalar ve destekçileri, bir kez daha seçim yenilgisi aldıklarında ne yapacaklar?" Seçimin sonucunu kabul edecekler mi yoksa seçim güvenliği ile ilgili tartışmaları tetikleyerek toplumsal fay hatlarında kırılmaya yol açmayı mı deneyecekler? Profesyonel bir iletişim kurgusu ile projektörleri AK Parti'ye çeviren ve seçimin Erdoğan'ın aleyhine sonuçlanacağını fakat kabullenmeyeceğini ileri süren zihniyet, esasen tehlikeli bir oyun oynamaktadır!
İnişli çıkışlı Türk demokrasisinin başarılı olduğu tek bir başlık aranacak olsa, kesinlikle "açık ve şeffaf seçim yapma geleneğidir." Türkiye'mizde seçim eksik olmamaktadır. Seneye bugünlerde de seçim atmosferinde yaşayacağımız bir gerçektir. Rekabet ne kadar sert, siyasi yarış ne kadar gergin olursa olsun, kazanan Türk demokrasisi ve Türk seçmeninin feraseti olmalıdır!
Bu seçim, seçmen nezdinde ele alınan meselelerin sadeleştiği bir seçime dönüşecektir. Cumhuriyetimizin 100. yılına rastlaması nedeni ile elbette sembolik yönleri de ağır basmaktadır. Ama özünde "geleceğe güven ile güvensizlik", "öngörülebilirlik ile belirsizlik" arasında bir tercih yapılacaktır.
Depremin, seçimlerde ana gündem maddesi olması da doğaldır. Türkiye bir deprem ülkesidir. Ve hepimizin kenti İstanbul, yakın çevresi ile birlikte yüksek deprem riskine açıktır. Özetle... Deprem, her birimizin önceliğidir. İnsani, ekonomik, toplum psikolojisi ve tabii ki güçlü Türkiye'nin zaafa uğramaması açısından.
Ayrıca, siyasi tartışmalar bir yerde gelip "yönetim sistemine" de odaklanacaktır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ni "ucube!" diye nitelendiren 6'lı Masa gerek anayasa paketi gerekse kabine dağılımı ile "ucube ötesi bir yürütme modeli" önermektedir. Partili cumhurbaşkanlığına karşı çıkan, "yemine bağlılık ve namus, şeref" söylemi üzerinden yürüyen Kemal Kılıçdaroğlu'nun, tüm sözlerini unuturcasına konuşlanması, siyasi tarihimize "ibretlik çelişki" olarak geçecektir.
Kısacası...
Değişim vaat edenlerin tek derdi, iktidarı ele geçirmektir. Sonrası bellidir. Örnekleri, CHP'li yerel yönetimlerde görülmektedir. Ret, inkâr ve ötekileştirme...
Muhakkak ki... İktidara da verilecek mesajlar vardır. Lakin eleştiri ve tepkisellik ile radikal değişime yönelmek arasında telafisi güç farklar vardır. Aman dikkat!