Bir kez daha gördük ki "yerel yönetimler" afet anlarında çok önemli. Kent hizmetlerini biliyorlar, halkla ilişkiler üzerine çalışıyorlar, esnek biçimde organize olabiliyorlar, iş makineleri başta olmak üzere tüm imkân ve kabiliyetlerini hızla sahaya yansıtabiliyorlar.
Asrın felaketinin yaralarını sarma çabasında belediyelere ayrı bir başlık açmak zorundayız. Merkezi otorite devreye girinceye kadar, afetlere ilk müdahalede mahalli kapasitelerin kullanılması, birbirini destekleyecek illerin eşleştirilmesi ve bölgesel afet planlarının geliştirilmesi çok kritik bir konu!
Bakınız, bugün itibariyle AK Partili 807 belediye, depremde ağır yara alan il ve ilçeler için seferber olmuş durumda. Hatay, Adıyaman, Kahramanmaraş başta olmak üzere büyük yıkıma uğrayan kent merkezleri, AK Partili büyükşehir belediyelerine zimmetlenmiş durumda. Nitekim Hatay ve ilçelerinde Konya ve Bursa büyükşehir belediyelerinin organizasyon başarısı taraflı tarafsız pek çok çevrenin takdirini kazandı. Öyle ki sadece Hatay için görevlendirilen belediye sayısı 90'ı buluyor. Örneğin Adıyaman, Erzurum Büyükşehir Belediyesi koordinasyonundaki 47 belediye tarafından destekleniyor. Aynı şekilde Kahramanmaraş'ın sorumluluğu ise Kayseri ve Trabzon büyükşehir belediyelerinde.
Burada, Kayseri'ye özel olarak değinmemiz gerekiyor. Tarihi kökleri ticaretle yoğrulmuş olan bu güzide kentimizin, deprem mağdurları için kendisine yakışanı yapması beklenirdi. Evet, Kayseri bizi yanıltmamış. Büyükşehir Belediye Başkanı Memduh Büyükkılıç, Elbistan'da 72 saatte 5 bin metrekarelik "konteyner çarşı" kurmuş. Yani, ekonomik hayatın canlanması için işe doğru yerden başlamış. Tabii ki olumlu örnekleri anlatmalı, ilham olmasını teşvik etmeliyiz. Hatta bu işin AK Partili'si, CHPli'si ayrımına bile takılmamalıyız. Kim, reklam için değil de Allah'ın rızasını ve insanların duasını almak için çaba gösteriyorsa başımızın üstünde yeri var. İşte bu nedenle İstanbul Arnavutköy Belediyesi'nin Kırıkhan'daki "kardeşlik kenti" performansına değinmek de bizler için bir görev. 500 ailenin barındığı yaşam alanında sağlık ocağı, aşevi, duş, çamaşırhane, mescit, çocuk oyun alanları bulunması, berber hizmeti verilmesi teşekkürü hak eder de... Bir adım ötesini düşünmeleri ayrıca güzel. Aileleri tüm gün konteynerde kalmaya mecbur etmeyen, genişçe "sosyal etkinlik bölümü" düzenlenmesi çok akıllıca. Ramazan ayının rahmet ve bereketinin paylaşılması, İslami, insani, kültürel, sanatsal faaliyetler tasarlanması, depremde yıkılan binalar yanında depremzedenin psikolojisinin onarılması çok değerli.
Görünen o ki...
Ankara, merkeziyetçi önceliklerini, mahalli yönetimlerin yetkinliklerini gözeterek değiştirmek, daha fazla kaynak ve yetki aktarmak durumunda!
SOFRA-MASA-TASA...
Önce "Masa" diye başladılar. Sonra masanın yanına ayrı bir "Sofra" açtılar. Masaya ilişmesi onaylanmayan aktörleri de sofra vaadiyle yörüngeye oturttular. Masa'dan "tasa" türettiler. "Güvensizlik oyununa" şimdilik ara verirken "taktik birlikteliğe" abandılar.
Nitekim...
Gezi olaylarının 10. yılında, "değerler dizisini askıya alan", güya sağı solla, mazbutu LGBT ile bir araya getiren bileşimi "mucizevi siyasi çözüm" diye yeni ambalajıyla bir kez daha servise sundular. Bu kurgunun özünde yatan husus, sanıldığı gibi hükümet modeli falan değildir. Öncelikleri, "Erdoğan'ı Aşma Sendromudur!" Sendrom; 6'lı Masa'daki özel bozuklukları gösteren ve halk açısından siyasal tanıyı kolaylaştıran belirtilerin tümüdür.
6'lı Masa'yı kurduran, dağılmasını durduran, küçük politik çıkarları ülkeyi kilitleyecek şekilde buluşturan o, "zincirleme irade", Erdoğan'la partisi, Erdoğan'la seçmeni arasındaki bağı zayıflatmayı hedeflemektedir. Yaldızlı laflar, sempatik yapay söylemler, sadece Erdoğan'ı aşmak için bir maniveladır. Söz ve karar sahibi milletimiz, lafa değil, arkasındaki plana bakmalıdır! Masa'nın adayı ile birlikte PKK ve FETÖ'nün bir "görünmez el" tarafından hareketlendirilmesi tesadüfi olabilir mi?