Ankara'da giderek daha iyi fark edilen bir "algı yönetimi" hadisesi var.
Bildiğimiz anlamdaki muhalefet partilerinin organizasyon sınırlarını da aşan, hatta onları bile önüne katıp götüren bir tarz bu. Tabii ki aralarında paslaşma olması da yüksek ihtimal...
"Gündem oluşturma, belirli kişileri hedef haline getirme, itibar suikasti düzenleme" içeriğinde gelişebilen, sosyal medya atakları ile pekiştirilen faaliyetler bunlar.
Dediğim gibi muhalif unsurların her cephedeki aktörünü ortak paydada buluşturan, muhalefet partilerinin sözcülerine ise iştahla tüketeceği malzemeler üreten bir yapının ipuçları söz konusu.
Zamanlamasına göre onlar için,
Hazine Maliye Bakanı Berat Albayrak da yıpratılabilir isimdir. Veya bugünlerde olduğu gibi Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da spekülatif yorumların odağına oturtulabilir.
Maalesef bu ataklar, iktidar kanadında ve hatta müzahir görülen entelektüel çevrelerde bile ya gereği gibi yorumlanamıyor ya da hak ettiği karşılığı bulamıyor!
Azınlık psikolojisi ile hareket eden grupların dayanışması, çoğunluğun parçalı yapısını paralize edebiliyor. Ve oluşturulan gündemin arkasına takılanlar ise sadece müdafaa pozisyonunda kalıyor!
***
Daha önce bu tespitimin bir versiyonunu da yazmıştım...
Sosyal medya merkezli sistematik saldırılar karşısında -eleştirilerden bahsetmiyorum- AK Parti'nin mutlak dayanışma içinde olması ve süratle tavır alması gerektiğine dikkati çekmiştim.
Kamuoyuna mal olan kimi konularda, örneğin bir şiddet olayında gösterilen tepkinin,
bakanları hedef alan seri saldırılar sırasında aynı şekilde gelişemediğini anlatmaya çalıştım.
Şimdi bu durumun bir benzeri, Cumhurbaşkanımızın yakın mesai arkadaşları için yaşanıyor.
Haydi diyelim bakanların siyasi kimliği ve kendilerini ifade etmek için çeşitli imkânları var. Peki ya aynı konumda olmayan isimler ne yapacak?
Ana muhalefet partisi lideri ile söz yarışına mı girecek?
Her iddia ve isnada karşılık mı verecek?
Biraz daha somutlaştıracak olursak...
CHP Genel Başkanı katıldığı bir televizyon programında
, "Dışişleri Bakanlığı kapı gibi orada dururken, devre dışı bırakılması ve saraydan (?) yönetilmesi ne anlama geliyor? Fiili Dışişleri Bakanı İbrahim Kalın" dediğinde, sözleri karşılıksız mı kalacak?
Bu tanımlama ile hem kabine ve külliye arasında fitne çıkarma hem de üst düzey devlet görevlisini siyaseten
"zımparalama" işlemi aynı anda yürütülürken nasıl bir tutum alınacak?
Yeri gelmişken belirteyim...
Dış politika oldukça dinamik bir süreç. Tüm dünya ezberlerin bozulduğu, umulmadık ittifakların kurulduğu, bir o kadar da şaşırtıcı ayrışmaların yaşandığı kritik eşikte. Böylesine kaotik bir dönemde
Türkiye'nin,
"hak, alâka ve menfaatlerini" gözeten mücadelesini değersizleştirmek kimseye fayda sağlamaz.
Nihayetinde, muhalefetin bilinçli-bilinçsiz sözlerine rağmen Türk devlet aklının diplomasi ve istihbarat alanının
"gizlilik sınırlarında" Suriye'den
Mısır'a kadar uzanan hatta gayet iyi çalıştığını vurgulayabiliriz. Mesele şu ki Türkiye ne kadar bağımsız ise Suriye o kadar Rusya'ya, Mısır da Körfez'e göbekten bağlı. Yapılmak istenen açıkça ortada...
Lakin yapacak ülkeler kendi kararlarını verecek durumda değil!