"Türkiye-AB Sivil Toplum Buluşmaları" kapsamında Londra'dayız. Üç ayrı oturumda, "gazeteciler", "akademisyenler ve STK'lar" ile "iş insanları" eş değer muhatapları ile bir masanın etrafındalar.
AB Bakanı Ömer Çelik'in öncülük ettiği toplantılar dizisi Brüksel ve Berlin'den sonra İngiltere'nin başkentinde...
Yakında Fransa'da da "Avrupa'nın Geleceği ve Türkiye'nin AB'ye katkısı" konulu benzeri beyin fırtınaları devam edecek...
Türkiye'nin, - Güvenlik tehditlerine karşı koyduğu, - Kur kaynaklı şokları ve faiz riskini yönetmeye çalıştığı, - Çok daha önemlisi tarihi anayasa reformunun eşiğine geldiği bir ortamda, hâlâ AB konuşabilmek biraz tuhaf kaçabiliyor.
Hele hele Avrupa kurumlarının çifte standardı karşısında... İngiltere, veto edile edile girdiği AB'den çıkma hazırlıkları yaparken, Türkiye'nin, her şeye rağmen AB müzakere sürecinde sadık kalması da başlı başına ilginç duruyor!
***
Londra'da buluştuğumuz gazeteciler, bizce klasikleşen ezberleri sürdürüyorlar...
Yani, içini doldurmadan, "
Basın özgürlüğünü" soruyorlar, "
Batı'dan kopuyor musunuz?" diye merak ediyorlar. Hatta "
Suriye masasında bizi de temsil etmelisiniz" diye temennide bile bulunuyorlar!
Bu nedenle... Türkiye-AB ilişkilerinde bazı gerçeklerin bilinmesinde ve bilgilerin güncellenmesinde fayda var.
Malum... AB, Türk vatandaşlarına "
vize muafiyeti" noktasında ayak sürüyor.
Terörün açık hedefi konumundaki Türkiye, ağır maliyetlere katlanırken "
Ankara'dan terörle ilgili mevzuatta değişiklik" talep edilmesi abes kaçıyor.
Oysa... AB, bir lütufta bulunmuyor.
Türkiye ile AB arasında akdedilen anlaşma, Türk vatandaşlarına AB üyesi ülkelerde, en çok 180 gün kalma hakkı tanıyor.
İkamet veya iş kurma fırsatı ise vermiyor. Buna karşın AB, "
düzensiz göç yolu ile kendi topraklarına giren tüm yabancıların Türkiye tarafından alınmasını" bekliyor. Yani, aklınıza gelebilecek her türlü yabancının Türkiye'de barındırılmasını istiyor.
Bir manada "
Steril Avrupa" arayışı için Ankara'nın gözünün içine bakıyor!
***
Güvenliğini, istihdam piyasasını, sosyal dokusunu garanti altına almak için "
insan kaçakçılığıyla mücadele" zemininde Türkiye'yi paydaş gören AB acaba ne kadar tutarlı davranıyor?
Geçen yıl varılan mutabakat gereği AB, yasadışı yollarla gelen göçmenlerin Türkiye'ye iadesini sağlarken, her bir yasadışı göçmene karşı "
1'e-1" kuralı gereği eşit sayıda düzenli göçmen almayı taahhüt etmişti.
Peki... Türkiye, 3 milyon Suriyeli'ye ev sahipliği yaparken "
Avrupa ülkeleri kaç göçmen kabul etti?" dersiniz...
Aralık 2016 itibariyle toplam "
2.655!" Evet, evet doğru okudunuz... Almanya 1.079, Hollanda 418, Fransa 408, İsveç 278, Finlandiya 129, Belçika 98, İtalya 82, İspanya 57, Lüksemburg 52, Litvanya 25, Portekiz 12, Estonya 10, Letonya 6 göçmen alabildi.
BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin verilerine göre, 2015'te yalnızca Ege'de günlük 7 bin olan kaçak göçmen trafiğinin, 2016 yazından itibaren 50 civarına kadar gerilediğini söylememiz çok şeyi anlatmaya yetiyor. Ki geçtiğimiz yılın ortalarından itibaren "
Aylan Bebek" vakalarının yaşanmadığının da altını çizmemiz gerekiyor...
Özetle... Avrupa'nın kendi güvenliği ve istikrarı için Türkiye'nin güvenliğini ve istikrarını önemsemesi, taşeron kullanımından ve vekalet savaşlarına hamilik yapmaktan vazgeçmesi, ırkçı milliyetçi söylemlere kapılmadan merkez siyasetini yeniden inşa etmesi tek çare olarak görünüyor...
Yoksa... Çekirdek Avrupa çatlıyor!
Türkiye de kurulan yeni dünyada yerini almaya hazırlanıyor...