Tarih, 27 Nisan 1971. Anayasa Mahkemesi, 1325 sayılı Milli Savunma Bakanlığı Görev ve Teşkilatı Hakkındaki Kanun'un kritik iki maddesi ile ilgili iptal kararı veriyor. Tartışma konusu hem tanıdık hem de bugüne ışık tutar nitelikte! Önce, iptal davası dilekçesinden bir bölümü nakledeyim:
"... 1325 sayılı kanunun 4. maddesinde 'Milli Savunma Bakanı'nın bu görevleri Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri komutanlıkları vasıtasıyla yerine getireceği' hükmü yer almış ve böylece Genelkurmay Başkanlığı'nın idare ve komutasına bağlı bir bütün olan TSK aynı zamanda Millî Savunma Bakanlığı'nın emrine ve idaresine verilmiştir. Şu duruma göre TSK, ordu disiplinin tek komuta zincirine uymayan iki başlı daire haline getirilmektedir!"
Şimdi de rahmet dileyerek, dönemin AYM Başkanı Hakkı Ketenoğlu'nun, karşı oy yazısından bir bölümü aktarayım:
"Milli Güvenliğin sağlanması ve Silâhlı Kuvvetlerin savaşa hazırlanması işlerinden Bakanlar Kurulu sorumlu olduğuna göre bu görevin yapılması için gerekli olan yetki ve imkânların da bu kurula sağlanması hukuki ve mantıki bir sonuçtur. Bakanlar Kurulu'na, silâhlı kuvvetlere ilişkin bir yetki tanınmazsa onun sorumluluğunu da kabul etmek imkânsız hale gelir!.. Şüphe yok ki Bakanlar Kurulu bu görevi yaparken ordunun üst kademeleri ile çalışma birliği yapacak, kuvvetlerin ihtiyaçlarını öğrenecek ve devlet bütçesinin mühim bir kısmını, TSK'nın umulan savaşlarda zafere ulaşması uğrunda harcayacak ve bunun için de sık sık bu komutanlıklarla temas edecektir."
Netice... 15 Temmuz darbe girişimi sonrası TSK'daki yeniden yapılanma ve sivil otorite ile ilişkilerin yeniden tanımlanması sadece bugüne dair bir mesele değil. 45 yıl önce de daha öncesinde de bu konu hep tartışılmış ve maalesef mesafe alınamamış. Milli iradeyi esas alanların, sivil- asker ilişkilerinin demokratik zemine, hesap verebilirlik ve şeffaflık eksenine oturmasından endişe değil, memnuniyet duyması gerekir.