Ülkede onlarca mesele hatta kritik konu varken dönüp dönüp "ana muhalefet yazıyor" değiliz. Ama öyle bir an geliyor ki yazmadan da geçemiyoruz. Nedeni gayet net. Türkiye'de vesayet sistemi çöktükçe, anayasal kurum adı altında siyasete müdahale eden aktörlerin paralel gücü kırıldıkça doğal olarak siyasi partiler arası gerçek rekabet ortaya çıkıyor. Maalesef siyasetteki asimetri, ana muhalefet ve muhalefet partilerinin yetersizliği ile büyüyor. İşin bu kısmı, siyasetin sağ ve sol kanadında büyük kırılmaları beraberinde getirmeye aday. Ancak işin önemli kısmı, görünür gelecekte siyasetteki asimetrik durumun değişeceğine ilişkin umut ışığı olmaması. İktidar partisini önde tutan milletin çoğunluk tercihleri, farklı görüş ve düşüncedeki kitlelerin ilk seçimde hükümete gelebileceklerine dair beklentilerini de sarsıyor. Gönül verdikleri partilerdeki tembellik, basiretsizlik, halkı ikna etmedeki başarısızlık onları karamsarlığa sevk ediyor. Giderek gerilmelerine, stresli ve sinirli olmalarına yol açıyor. Bu yüksek tansiyonlu hal, Meclis'teki tansiyonla da birleşiyor. Türkiye, hak etmediği ve gerçekte olmadığı kadar kutuplaşmış görünüyor.
***
Ülkede kutuplaşma olduğu kanaatini taşıyanlar, 7 Haziran seçimlerinin "
geçici ve zoraki koalisyon tablosu" çıkarması karşısında AK Parti'yi,
CHP ile yan yana getirmek için hayli uğraştı. İki ana akım partinin tek iktidar çatısı altında buluşturulmasının Türkiye'yi rahatlatacağı, toplumsal baskıyı azaltacağı, değişik kesimleri barıştıracağı vs. savunuldu. O tarihte, aralarında benim de bulunduğum bir grup gazeteci, "
seçimin sağlaması yapılmalı" tezinden hareket etti. Bize göre, 7 Haziran'ı üreten suni koşullara ve projelere kanarak, iktidarı parçalamak büyük riskti. Kaldı ki hiçbir parti koalisyona istekli değildi. Özellikle muhalefet kanadı, geleceği kurma önceliğini, AK Parti'nin 13 yıllık icraat dönemi ile hesaplaşmaya feda etmeye hazırdı. Yani o tür koalisyon Türkiye'ye zaman ve zemin kaybettirmesi kuvvetle muhtemel bir bileşimdi. Sözde "gerginliği azaltacağız" denilirken özde iktidar kavgası yaşanacağı da açıktı. Seçmenin, tekrarlanacak bir seçimde koalisyon macerasını isteyip istemediğini göstermesi daha hayırlıydı. Haziran- Kasım arasında kaybedilmiş gibi görünen 4 ay, 4 yılın kaybedilmesi tehlikesini bertaraf edebilirdi. Nitekim öyle de oldu. Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan'ın siyasi tecrübesi ve ferasetinin etkili olduğu süreçler de yaşanarak 1 Kasım'da milletin son sözü söylemesi sağlandı ve bugünlere gelindi. Şimdi yapılması gereken, seçilmiş cumhurbaşkanı ile parlamenter sistemin birlikte ve zorla yürütülmesinden kaynaklanan ikili yapının düzeltilmesidir.
***
Asıl konumuza dönecek olursak... AK Parti'yi, CHP ile aynı hükümette çalışmaya
teşvik eden çevreler, aslında AK Parti
için tuzak kuruyorlardı. Artık çok iyi anlaşıldığı
üzere CHP'nin genetik kodlarının yenilenmesi
söz konusu değildi ve AK Parti ile
asla doku uyumu tesis edilemezdi. CHP
Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu'nun,
her seçim yenilgisinin altında ezilmesi, partide
iktidarını kaybettiği ölçüde hırçınlaşması
bir yana asabiyet halinde sergilediği
tutum ve kullandığı ifadeler esasen "
bilinçaltının dışavurumundan" ibaret. Hiç
kuşkunuz olmasın Kemal Bey ve onun gibi
düşünenler özel ortamlarda tam da bu tarz
konuşmalar yapıyorlardır. Kılıçdaroğlu'nun,
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı
Sema Ramazanoğlu hakkında sarf ettiği ayıplı
sözler, siyasi terbiye kantarında tartıldığı
kadar, siyasetsizlik, çaresizlik ve telaş metresi
ile de ölçülmektedir.