İçeride ve dışarıda algı farklı olsa da iddialı biçimde söylüyorum ki, "Türkiye'yi yönetenler, küresel oyunu, bölgesel hesapları tüm yönleriyle biliyor ve ülkenin çıkarlarını koruma adına inanılmaz mücadele veriyorlar!"
Denklem öylesine karmaşık ve değişken ki...
İşin başına ABD'nin stratejik önceliklerini ve koalisyon güçlerinin üstlendiği rolü oturtmak zorundayız.
Washington yönetimi uzun süredir İslam dünyasında "Şii-Sünni blok" arasında kutuplaşmaya ve kontrollü gerilim politikasına yatırım yaptı. 11 Eylül saldırısından bu yana bilhassa Batı kamuoyunda "Sünni İslam ile terör arasında kurulan paranoyak bağ" canlı ve güçlü tutuldu. Suriye'deki iç savaşa yaklaşımda yaşadığı gel- gitler, Irak'ta mezhep temelli hükümete hamilik, ABD'yi, "IŞİD" başlığı altında yeni düşmanla baş başa bıraktığı gibi güncel mücadele için motivasyon da sağladı.
ABD'nin, sadece IŞİD'e odaklanması, Esed rejimini tasfiye planına yanaşmaması Başkan Obama'nın tercihi olduğu kadar, İsrail'in güvenliğini teminat altına alma ve Kürt kartını oynama kararlılığıyla da yakından ilintili.
***
IŞİD'e karşı işbirliği mesajlarına rağmen Ankara ile Beyaz Saray arasındaki yorum farklılığı hatta reçete uyumsuzluğu da bir gerçek. Ankara, uluslararası meşruiyet temin edilmeden ve koalisyon gücü şemsiyesi sunulmadan Suriye'de cephe harekâtına girmek istemediğini açıkça beyan etmişken, nasıl oluyor da Washington, böylesine hassas bir alanda diplomatik çatışmadan kaçınmaya, sadece sözlü manevra yapmaya çabalıyor? Öyle anlaşılıyor ki, ABD, nüfusunun çoğunluğu Sünni Müslüman Türkiye'nin, "
Sünni kimlikli terör örgütü!" diye nitelediği IŞİD'in karşısında konuşlanmasını fazlasıyla önemsiyor. Türkiye'nin bu noktadaki varlığı ABD'yi, "
Müslüman dünyasına savaş ilan etmiş" konumdan da kurtarıyor. Pentagon, "
ABD, Ortadoğu'da eskisi gibi jandarma olmayacak" diyen Başkan Obama'ya göre "
sınırlı operasyon" modeli üretmeye, Dışişleri ise Türkiye'ye rağmen geliştirilen tehlikeli yakınlaşmalara mazeret bulmaya çalışıyor.
Ankara, "
PKK=PYD" demişken, Amerikan Dışişleri, "
Aralarındaki organik bağı biliyoruz ama PYD bizim terör örgütleri listemizde değil" çıkışı yaparak, "
Düşmanımın düşmanı dostumdur" düsturuna uygun davranıyor. Kısa vadeli ABD çıkarları ve Kobani'deki şartların güçlüğü ile açıklanmaya çalışılan bu durumun uzun vadede, "
PKK'yı terör örgütü kimliğinden kurtarma" aşamasına kadar varması, İran'a karşı İsrail'e tampon olacak yeni Kürt bölgesel yönetimi yaratması da sürpriz sayılmamalı.
***
Dışarıdan içeriye döndüğümüzde ise Çözüm Süreci'nin gerekliliği ve sürdürülebilirliği hayati değer taşıyor. Her ne kadar Kandil ve kentlerdeki uzantısı KCK formatlı aktörler, konjonktürden medet umarak ısrarla silaha yaslansa da 6-7 Ekim kalkışması süreçte ciddi kırılmalara yol açtı.
Bundan sonra atılacak adımların iki dönüm noktasına endeksli olduğu söylenebilir...
1- İmralı'nın kalıcı çatışmasızlık çağrısında bulunması ve silahsızlanma döneminin başladığını ilan etmesi.
2- Bir komite gözetiminde silah bırakılması, silah saklanan yerlerin gösterilmesi ve silahlı unsurların Türkiye'den çekilmesi. İki ön koşul yerine gelmeden Çözüm Süreci'nin siyasi boyutla desteklenmesi şimdilik mümkün görünmüyor.