İtibar kuruluşları olması gereken kredi derecelendirme şirketlerinin (reyting) de itibarı ölçülebilir mi? Daha doğrusu bir ülkenin ekonomik kredibilitesini sarsan reyting kuruluşuna "itibar cezası" kesilebilir mi?
Düne kadar bu soruların yaygın olarak sorulması mümkün değildi. Bırakın sorgulamayı kredi değerlendirme kuruluşlarının mutlak objektif olduklarına inanılırdı. Hatta resmi yetkililerin sundukları verilerle yetinilmez bir de "durumdan vazife çıkaran" iş çevreleri ile akademisyenlerin "yan bilgileri" de bu şirketlerce dayanak olarak kullanılırdı. Bir anlamda ekonomide kendi ayağına kurşun sıkma mekanizması çift taraflı işlerdi. Dışarıdakiler ve içerideki işbirlikçiler şeklinde…
***
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın başlattığı "reyting tartışması" 1997 Uzakdoğu Krizi sonrasında Malezya Başbakanı Mahathir Muhammed'in IMF'ye başkaldırısını çağrıştırıyor. Başlangıçta romantik gibi görünse de Muhammed'in o çıkışı sayesinde IMF'nin şablon reçetelerinin sürdürülmezliği ortaya çıktı. IMF yönetimi, destek verdiği ekonomik programların uygulandığı toplumsal şartları da bir ölçüde gözetmeye başladı. IMF'nin yanına "sosyal politika" açılımları ile Dünya Bankası da eklendi. Ekonomik dönüşümlerin, ulusal katılım olmadan gerçekleştirilemeyeceği teyit edildi. IMF, etkili "iletişim stratejisi" uygulamaya koydu. Kurumsal yapısını ve hedeflerini daha iyi anlatmaya, paydaşlarını genişletmeye, kotaları değiştirmeye çabaladı.
***
Şimdi benzeri durum kredi derecelendirme şirketleri için neden olmasın?
Tabii, reyting kuruluşlarına odaklanırken ülkelere torpil yapılmasını veya varolan risklerin görmezden gelinmesini kastetmiyoruz. Bu kuruluşların şeffaflaşmasından, iş yapma biçimlerinin netleşmesinden, değerleme kriterlerinin detaylarıyla bilinmesinden söz ediyoruz.
Esasen, uluslararası bankacılık ilkelerini belirleyen Basel II'ye geçiş, küresel kriz ortamında ertelenmeseydi yerli reyting kuruluşlarının gelişmesi mümkün olacaktı. Sadece yabancılardan not alan büyük şirketlerin yanına, yerli reyting kuruluşlarınca not verilen KOBİ'ler de eklenecekti. Böylece bilançolar düzelecek, ekonominin motorunu oluşturan şirketlerin kredilendirilmeleri için ülkede kurulu reyting şirketlerinden not almaları sağlanacaktı. Bu süreç, Türkiye'de faaliyet gösteren küresel kredi derecelendirme kuruluşlarının genetik şifresinin çözülmesini de beraberinde getirecekti.
***
Bu iddiayı ortaya atarken iki örneği gündeme getirmek istiyorum. İkisi de Türkiye'de çalışıyor…
Biri, Fitch… İstanbul ofisindeki yönetici ve çalışanların hepsi Türkiye'deki sermaye piyasası mevzuatına göre lisanslı. Gerek güncel bilgi derleme gerekse büyük çaplı şirketlere not verme hizmetinin karşılığında faturasını kesiyor ve burada vergisini ödüyor. Değerleme hatalarına rağmen Fitch'in eli taşın altında.
Diğer şirket Standart and Poor's. Ve onun için aynı tespiti yapmak zor. Sınırlı sayıda eleman istihdamı, lisanslama eksiklikleri, global şirketin gücünü kullanma çabası… Türkiye'den ağırlıklı olarak Londra'ya veri aktarımı… İçeride yapılan analizlerin dışarıdaki uzmanların görüşleri ile birleşmesi… Ve yer yer dışsal değerlendirme gibi karşımıza çıkması.
Sözün özü…
Hayatında bir, bilemedin birkaç Türkiye'ye gelmiş, masa başında bilgisayar yazılımı ile çalışan genç bir kadının risk ölçümlemesi yaparak koskoca Türkiye'nin kaderini çizmesi tuhaf değil mi? Türkiye'ye not verip parasını alan, yanlış not verdiğinde de bedelini ödemeli. Mesela, SPK bu kuruluşlardan bilgi istemeli, gerekiyorsa ceza bile kesmeli!