Ankara'da işaret fişeğini ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone çaktı. Doğrudan basın ve ifade özgürlüğüne odaklandı. "Her demokratik ülkede medyanın rolü hayati önemdedir. İşinize, enerji ve cesaretle devam ettiğiniz sürece gelecek için hepimiz iyimser olacağız" dedi. Sorunlar yaşandığını ima etti.
Ardından Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Jean Maurice Ripert'ın açıklaması geldi. Önceki gün bizlerle buluşmasında, ifade ve basın özgürlüğüne ilişkin görüşlerini aktardı. Yargı bağımsızlığı ile Ceza ve Terörle Mücadele yasalarındaki belirsizliklere değindi. Suç tanımının geniş olmasının insan haklarının korunmasında sıkıntı yarattığını söyledi.
Ve dün ziyaretimize gelen Rt Hon Simon Huges. Liberal Demokrat Parti'nin etkin ismi ve İngiliz Parlamentosu'nda en uzun süre görev yapan milletvekili. O da benzeri görüşte. "Türkiye, gerçekten göz kamaştırıcı işler yapıyor ama üzerinde bir bulut var. İfade ve basın özgürlüğü ile ilgili sorunlar, siyasi toleransın azaldığına ilişkin izlenimler olumlu gelişmeleri gölgeliyor" mesajı verdi.
Aslında Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, ABD Dışişleri Bakanlığı raporları da dikkate alındığında ilginç bir tablo karşımıza çıkıyor.
***
Bir yanda "
demokratik dönüşüm ve sivilleşmeye övgü" diğer yanda "yargı bağımsızlığı ve basın özgürlüğüne dair eleştiriler." Yani, aynı anda olmaması gereken iki zıt durum. Demokratikleşmeden bahsederken demokrasinin temelini oluşturan ifade özgürlüğüne ilişkin korkulardan söz etmek "
dramatik çelişki!"
Peki, gerçekten meselenin özü böyle mi? Ve eğer öyle ise nedeni ne?
***
Türkiye, "
darbe geçmişiyle" yargı yoluyla hesaplaşmaya çalışırken kritik bir kavşağa girdi. Yakın zamana kadar "
formatlı cumhuriyete" sahip çıkan ve kendisini devletin asli sahibi olarak gören çevreler, güç merkezlerindeki değişim nedeni ile endişe içinde. Dayandığı kurumların, güvendiği insanların sorgulanması, onları yalnızlığa sürüklemiş, hatta muhalif cepheye konuşlandırmış olabilir.
Bu arada olağanüstü olayların, olağandışı yöntemlerle kovuşturulması sırasında "
usul eksikliklerinin yer yer esasın önüne geçmesinin" kaygı dozunu artırdığı düşünülebilir.
***
İşte bu noktada "
siyasi asimetri" üzerinde de durmak gerekiyor.
Ordunun sivil kontrole girme süreci ile yargı, medya, iş dünyası ve üniversitelerin temel işlerine yönelme, doğal sınırlarına çekilme süreci birbiriyle örtüştü.
Eş anlı olarak, iktidar partisi ile anamuhalefet arasındaki oy makasının açılması ve görünür gelecekte kapanmayacak olması da genel manzarayı zorlaştırdı. Zira, siyasi özgüven katsayısı yükselmeye, demokratik hoşgörü endeksi düşmeye başladı. Muhtemelen 2014 yılına yığılan iki seçimin beraberinde getireceği kadro yenileme sancısı da kamuoyuna yansıyan beyanların çeşitlenmesine ve fikri temelde bölünmeye yol açtı. Duruma göre milletin, yeri gelince devletin dilini kullanan iktidar sözcüleri de ayrışan safları sıkılaştırdı.
***
Özetle...
1- Yurtdışı kaynaklı basın özgürlüğü ve insan hakları baskısı yeniden artıyor.
2- Baskın siyasi karakterin yoğun bilgi bombardımanı, farklı düşünen kitlelerde ifade problemi olarak dışa vuruyor.
3- Dördüncü yargı paketi, gerek basınla ilgili soru işaretlerinin kaldırılması gerekse yargılamalardaki ihlallerin giderilmesi açısından "
fırsat penceresi" sunuyor.