Yarım bırakılan her iş, Türkiye'nin başını ağrıtıyor. Ülkenin zayıf anını kollayanlar için şeytani fırsatlar sunuyor.
Bu, demokratikleşmede de böyle, açılım politikasında da.
Bir heves, bir heyecan, bir iddia ile sunulan projeler, zora girdiği ilk anda hız kesti mi, önü alınamaz gelişmelerin tohumunu ekiyor. Zira süreç başladı mı, geri dönülemez bir dönemin kapısını da aralıyor.
Geçtiğimiz yıl bu aylarda, Kürt açılımı diye nitelenen, milli birlik ve beraberlik adıyla etiketlenen tarihi adımları konuşuyorduk. Bir yıl sonra farklı noktadayız. Halen güncel öncelikler ibresi, anayasa değişikliğinin oylanacağı referandumu işaret etse de arka planda ince hesaplar yapan odaklar dikkati çekiyor. Halkoylamasına ilişkin anketler, yüzde 55 civarında "evet" sınırında dolaştığı için konjonktürü kullanmaya çalışan etnik siyasi unsurlar, bırakın kabul edilmesini, tahammül edilmesi dahi zor taleplerle kamuoyunun karşısına çıkabiliyor. İktidar partisini sıkıştırıyor görünüyorsa da esasında devlet aygıtını tehdit ediyor. Ve maalesef, Kürt sorununa çözüm üretemeyen, inceleme heyetlerini yeni oluşturan muhalefet partileri, kısa vadeli oy uğruna ucuz popülizme yönelebiliyor.
***
Referandumun kapsamı dışında hemen her konunun tartışıldığı, siyasetin dilinin bozulduğu, meydanlardan gerilimin taştığı bir ortamda, siyasal gündemin aniden
"Demokratik Özerklik" dayatması ile işgal edilmesini nasıl yorumlayacağız? ABD'nin, son muharip askerlerini de Irak'tan çektiği ama Bağdat'ta bir hükümetin kurulamadığı bugünkü şartları, terör örgütü PKK'nın iştahından ayrı mı değerlendireceğiz? İnegöl'de, Dörtyol'da provası yapılan, 30 il ve ilçeye yayılacağı yönünde istihbarat raporları bulunan toplumsal kalkışma örneklerine münferit olay gözüyle mi bakacağız? Mayıs ayından itibaren strateji değiştirip, sivil-asker ayrımı gözetmeksizin tüm hedeflere saldıran PKK'nın, ağustos ortasında ilan ettiği geçici eylemsizlik kararına meşruiyet mi kazandıracağız?
Bu soruları uzatmak mümkün.
Ama görünen gerçek, referandum sonrasında Türkiye'yi genel seçim havasında tutacak gelişmeler içinde PKK patentli olanların ağırlık kazanacağı yönünde. Nitekim o cenah,
"Kürtler, demokratik özerklik üzerinde çalışmalı. Devlet, seçimden sonra çözümü ele aldığında önerilerimiz olmalı" mesajları vermeye başladı bile.
***
Gelelim, bam teline!
Hükümet, açılım sürecini başlattığı için mi terör örgütü ve radikal Kürt aktörler gemi azıya aldı? Can sıkıcı isteklerini sıralar oldu.
Yoksa, demokratik açılım sayesinde, Türkiye'ye özgü bir model beklentisi ile etnik temelli ayrışmanın imkânsızlığı mı görüldü?
Kuşkusuz ikincisi. Çünkü, PKK'nın renk ve şekil değiştiren söylemi, dün de vardı maalesef bugün de var.
Şimdi birileri bir yandan,
"Ayrı silahlı güç, ayrı hukuk, ayrı bayrak, ayrı diplomasi, ayrı eğitim" diyecek, sonra
"Ayrıcalık kazanarak, Türkiye'nin zenginliklerine ortak olarak bu taleplerimi karşılayacağım" iddiasını dillendirecek. Ve ülkenin asli unsurları, etnik kökeni ne olursa olsun, bu senaryoya kayıtsız mı kalacak? Tabii ki hayır. Peki, kayıtsız kalmayacaksa ne yapacak?
1- Provokasyona gelmeyecek.
2- Anadolu coğrafyasının bu milletin harmanlandığı son yaşam alanı olduğunu unutmayacak.
3- Daha kaliteli demokrasi mücadelesini sürdürecek.
4- Sadece kimliğe odaklı, ateş ve kanla beslenen reçeteyi elinin tersiyle itecek.
5- Kişilerin kendini ifade biçimine saygı gösterecek.
6- Kültüre, dile, yaşam tarzına ilişkin beklentileri karşılıksız bırakmayacak.
7- Silahları susturmaya dönük, devlet olgunluğunu yansıtan özellikli girişimleri istismar etmeyecek.
8- Demokratik araçları kullanarak örgüt ve sözcülerinin elindeki kozları alacak.
9- Silahı değil, sandığı teşvik edecek.
10- Halkı kaynatmayacak, kaynaştıracak sosyo ekonomik atağa sahip çıkacak!