Peşinen söyleyelim. Kimse, referandum sürecinde oyunun rengini açıklamaya zorlanamaz, zorlanmamalıdır.
Peki, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, TÜSİAD ve TOBB'a yönelik son çıkışı, "Evet oyu verin" baskısı olarak yorumlanabilir mi? Yoksa durum göründüğü gibi değil mi?
"Bitaraf olan bertaraf olur" hatırlatması iddia edildiği gibi "Sizi yok ederim" tehdidi mi içeriyor, yoksa bazı kurumlar için doğal değişimin kaçınılmazlığını mı çağrıştırıyor?
***
Sivil toplum örgütlerinin de dahil olduğu referandum tartışmalarında öteden beri savunduğumuz tez şu:
"Muhalefet, anayasa değişikliğine karşı çıkma gerekçelerini kaybettiği ve seçmeni ikna etmekte zorlandığı için halk oylamasının içeriğine girmeden genel seçim provası yapıyor!"
CHP, Anayasa Mahkemesi'ne taşıdığı paketin, anayasa yargısından geçerek
"kalite kontrol onayı" alması sonrası yeni bir yol haritası çizdi. Buna göre,
"Hayır" oylarının oranında CHP'nin payı
"olası iktidar" için,
Kemal Kılıçdaroğlu'nun saha performansı da
"liderlik tescili" için gerekli olacak.
MHP ise anayasa paketine karşı en önemli kozunu daha TBMM aşamasında yitirdi. Zira parti kapatmaları güçleştiren ve BDP'ye taviz olarak yorumlanabilecek madde zaten halka sunulan metinde yok. Milli birlik hassasiyetini zorlayan hükümler pakette olmadığı gibi ülkücü tabanda da farklı görüşler mevcut. Yani MHP yönetimi, referanduma sunulan paket yerine AK Parti'ye
"açılım cephesi"nden yüklenmekten başka çare bulamadı.
BDP de
"boykot kararı" nın sürdürülebilir olmadığını baştan beri bildiği için, bölgedeki siyasal etkisini aşındıracak inattan vazgeçerek dolaylı pazarlık aşamasına geldi.
Özetle, muhtelif sivil toplum temsilcilerinin
"siyasallaşmasından rahatsızız" dediği referandum süreci kaçınılmaz olarak Türkiye'yi
"seçim havası"na sürükledi. Ve öyle kalmaya da devam edecek! Bu durumdan yakınmak yerine tansiyonu düşürme, yapısal önceliklere odaklanma konusunda nasıl cesaret verici tutum içinde olunacağını düşünmek sanki daha doğru.
***
Gelelim, baştaki soruların yanıtlarına...
Bana göre, Başbakan, TÜSİAD ve TOBB'a
"Evet oyu verin" demiyor. Samimiyet beklentisini keskin bir dille dışa vuruyor. Türk özel sektörünün bu iki güzide kuruluşunun, kapalı kapılar ardında
"serbest", kamuoyu önünde
"grekoromen" stilde yürüttüğü oyunu netleştirmesini istiyor.
Siz, şimdiye kadar,
"Anayasa değişsin" diyeceksiniz. Olmadı, geçmişte
"Yeni anayasa" metni bile yazacaksınız. Gündemin zora girdiği anlarda, ekonomi dışındaki hemen her konuda, beş altı kuruluşla bir araya gelip
, "Siyasete mesaj vereceksiniz", mesele anayasa değişikliğine gelince teğet geçeceksiniz.
"Hükümetle çatışamayız, sorunlarımızın çözümü onlarda" diyeceksiniz, siyasetçiyle kol kola görüntü verip güç devşireceksiniz, mesele net duruş sergilemeye geldi mi, lafı eğip bükeceksiniz?
Veya bir diğeriniz... Hükümetin zayıf anını kollayacak, siyasi mahfilleri terk edip, zinde güçlerle ittifak arayacaksınız. Fırsatını buldunuz mu, yurtdışındaki odakları harekete geçireceksiniz, sonra sıkılmadan meşruiyet tartışması açıp, uzlaşmadan dem vuracaksınız!
Sanırım, Başbakan'ın yüklendiği nokta burası. Yani bu kuruluşları ve başkanlarını toplumla yüzleşmeye davet!
"Tarafsız olan yok olur" sözünü de yine, TÜSİAD ve TOBB özelinde okumak lazım. Toptancı yaklaşım, burada
"Sizi mahvederim" mesajı bulunduğunu savunmakta. Oysa Başbakan'ın tarzını ve her iki kuruluşun genetiğini bilenler, meselenin böyle olmadığını anlıyorlar. Çünkü Türkiye değişiyor, sermaye tekeli kırılıyor. Yeni döneme, değişime ayak uyduramayanların rengi otomatik olarak belli oluyor. Onlar için etkinliklerini kaybetme ve doğal ayıklanma dönemi açılıyor.
Referandumda ister
"Evet" deyin, isterseniz
"Hayır." Saikiniz ne olursa olsun... Eğer anayasa değişikliği ile hedeflenen demokratik standartları önemsiyor, ileri bir adım olarak görüyor, yeni anayasa gerektiğini anlatıyor ve sorumlu mevkide bulunuyorsanız, olay farklı nitelik kazanıyor. TÜSİ- AD ve TOBB'un bazı yöneticileri için durumun tam da böyle olduğu görülüyor. Ve iş, işten geçiyor!