Sivil dikta-demokratikleşme sarkacında bir o yana bir bu yana savrulan Türkiye, sağduyusu ile doğruyu arıyor. Asker, yargı, siyasetçi eksenindeki olaylar dizisi, yeni saflaşmaları beraberinde getiriyor. Tam saflar sıkılaşacakken toplumu şoke eden ilginç iddialar, belgeler, kayıtlar ortaya dökülüyor. Bu kez kararlı tutumlara kuşku tohumları ekiliyor. "Acaba?" sorusu zihinleri kemiriyor. Derken komplo teorileri birbirini izliyor. İdeolojik taraf tutanlar, olayın özünü bir kenara bırakıyor, hemen her işi iktidara mal ediyor. İktidar, organize işlerin kaynağı olarak sunuluyor. Aslında bu tartışmanın temelinde, "AK Parti'nin tercih edilen değil tahammül edilen iktidar" olduğu gerçeği yatıyor. Daha doğrusu milletin tercih ettiği iktidar hâlâ devletin tahammül ettiği iktidar olarak görülüyor. İktidara karşı hazırlandığı ileri sürülen tuzakların arka planına, milletin iradesine rağmen statükoyu koruyup kollama güdüsüyle şartlanmış sözde devlet unsurları mevzileniyor.
***
Hükümet-devlet ikilemine, "yargı kavşağından" yaklaştığınızda güncel konular biraz daha netlik kazanıyor. Örneğin, anayasa değişikliklerini şekil yönünden incelemesi gereken Anayasa Mahkemesi, konjonktüre göre yorum değiştirip yasama organının yerine geçebiliyor. Tabii siyaset kurumu, asgari uzlaşma kültürünü TBMM'de sergileyemediği için Anayasa Mahkemesi, klasik yargı sınırlarını da aşarak adeta
"Anayasa'yı koruma kurumu" kimliğine bürünüveriyor. Veya Danıştay... Öyle kararlar alıyor ki yürütmenin yerine geçebiliyor.
Hal böyle olunca çelişkinin boyutu büyüyor, taraflar giderek kemikleşiyor.
Demokratik, çağdaş devleti hedeflediğini söyleyen iktidar bir yana konuşlandırılıyor, demokrasi peçesi ile sistemi dönüştürme girişimlerine karşı durduğunu savunan anayasal kurumlar diğer yanda cephelendiriliyor.
Devletin iç dinamikleri arasında eşgüdüm zayıflayınca, her türlü konu ya mahkemeye ya da vatandaşa havale ediliyor.
***
Şimdi yanıtı aranan soru şu:
"Anayasa değişikliğinde kararlı görünen Hükümet, referandumu da göze alabildiğine göre, öngördüğü reformları tamamlayabilir mi?"
Hemen söyleyelim, anayasa değişikliğinin hareket noktasında yargı sistemi de var. Ve muhtemelen o paketin içine memurlara grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı vb. düzenlemeler de eklenecek. Böylece CHP kanadı, halk nezdinde açmaza düşürülecek.
Fakat Anayasa Mahkemesi'nin 2008'de verdiği karar ortada iken kısmi de olsa anayasa değişikliği mümkün mü? Bir başka ifade ile Anayasa'nın 10 ve 42. maddelerindeki değişiklik sonrası Yüksek Mahkeme,
"Doğrudan veya dolaylı olarak Anayasa'nın değiştirilemez ilk üç maddesi ile ilgili gördüğüm değişiklikleri esastan ele alırım" demişken referandum çare olabilir mi?
Hele hele yargı ile ilgili yeni hükümler getirilebilir mi? Bu yönde atılacak adımlar şu veya bu gerekçe ile yine Anayasa Mahkemesi'ne taşınmaz mı?
Bütün bunlar biline biline iktidar partisi, sade bir anayasa değişikliğinin oylanacağı süreçte, üstü örtülü güven oylaması riski ile karşılaşmaz mı? Olağan seçime 15-16 ay kala vatandaşa müracaat edilmesi, siyaseten ne kazandırır?
Bu ve benzeri soruları çoğaltmak ve dahi muhalefet açısından yenilerini türetmek mümkün!
Görünen o ki Hükümet eğer referandumu denerse, sonrasında yaşanabilecek gelişmeler üzerine dönüp halka,
"Bu anayasa ile geleceğe yürümek imkânsız. Ben, üzerime düşeni yaptım. Artık sorumluları gör!" diyebilecek.
Kuşkusuz muhalefet partileri de
"Anayasa'ya aykırı icraatı alışkanlık haline getiren iktidar yargı duvarına toslamaktan vazgeçmiyor. Sadece kamuoyunu meşgul ediyor" deyip, seçmenin tercihlerini etkileyebilecek.
Netice olarak...
Olası anayasa referandumu; demokrasinin pekiştirilmesi sınavı kadar ekmek ve rejim kavgasına da dönüşebilir.