Bugünlerde Ankara'da, dikkatle okunmaya çalışılan sembolik ziyaret ve beyanatların odak noktasında Hükümetle Türk Silahlı Kuvvetleri arasındaki ilişkiler var.
Ergenekon soruşturması ile başlayan "kuşku bulutu yüklü" süreç öylesine hızlı gelişti ki...
Önce, ülkenin muhtelif yerlerindeki kazılarda çıkan cephanelikler üzerine Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, "law silahı mı mühimmat mı?" tartışmasına girdi. Albay Dursun Çiçek'i şüpheli hale getiren İrticayla Mücadele Eylem Planı'nın "belge mi kâğıt parçası mı" olduğu noktasında yine Genelkurmay Başkanı sahne almak zorunda kaldı. Derken, askere sivil yargı yolunu açan yasal düzenleme, kurumsal mesafeyi iyice açtı. Kafes Eylem Planı'ndaki vahim senaryo ise güven bunalımını derinleştirdi. Ve nihayet olayın boyutu, Seferberlik Ankara Bölge Başkanlığı'ndaki kozmik odanın kapısına kadar geldi dayandı.
Tam bu aşamada Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ'un, bir süredir dile getirdiği "asimetrik psikolojik harekât" tezi özellikle siyasi kanatta daha fazla taraftar buldu. Ardı ardına TSK'nın yıpratılmamasına ilişkin açıklamalar yapıldı.
***
Sivil-asker ekseninin dönüm noktasını, demokratik açılımın istismarında, tırmandırılan sokak eylemlerinde ve Seferberlik Bölge Başkanlığı'ndaki aramada görmek mümkün.
Aslında, Genelkurmay'a doğrudan bağlı Özel Kuvvetler Komutanlığı bünyesindeki Seferberlik Bölge Başkanlığı'ndaki sır perdesinin aralanmasının sanıldığı gibi kolay olmadığı anlaşılıyor. O gece yaşananların bir bölümü kamuoyuna yansıdı ama en kritik an eksik kaldı.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararı ile özel yetkili
Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgili, askerin en mahrem binasına geldiğinde Genelkurmay'da hareketli saatler yaşanıyordu. Zira, kanun gereği
Hâkim Kadir Kayan da
"kozmik" gerekçe ile orada idi.
Genelkurmay Adli Müşaviri Tuğg. Hıfzı Çubuklu ise Ceza Muhakemesi Kanunu çerçevesinde durumu değerlendiriyordu. Bu sırada
Org. Başbuğ ile
2. Başkan Org. Aslan Güner de karargâhta idi. Tarihi nitelik kazanan komutanlık tercihi o birkaç saate sığdı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ'a özetle şu bilgi verildi:
"CMK 125'e göre, devlet sırrı kapsamındaki belgelerin bulunduğu yerde ancak hâkim tarafından ve sadece kovuşturma (dava) aşamasında inceleme yapılabilir. Kanunda gerek devlet sırrının sınırı gerekse arama veya inceleme boyutunda boşluk var!"
Aslında bu yorum,
"İstersek kozmik odaya almayabiliriz" mesajını da içeriyordu. Nitekim Org. Başbuğ, bu mütalaa karşısında, -mealen-
"Yani yüzde 50, yüzde 50 durumu mu var demek istiyorsunuz?" sorusunu yöneltti. Cevap,
"Evet"ti. İşte ondan sonrası bilinir hale geldi. Org. Başbuğ,
"Saklayacak bir şeyimiz yok, kapıları açın" emrini verdiğinde, -muhtemelen- sır duvarının arkasına gizlenmenin, şüpheleri daha da artıracağı varsayımından hareket etti.
***
Genelkurmay'ın, TSK'yla ilgili iddialara yanıt verme refleksinin zayıflaması artık
"iletişim stratejisi"nin yeniden ele alınmasını kaçınılmaz kılıyor. İletişim Daire Başkanlığı'na bir general atanması bile askeri prensipler nedeni ile sorunu aşmaya yetmedi.
Tuğg. Metin Gürak durumu
Genel Sekreter Tümg. Ferit Güler'e, Güler,
İkinci Başkan Org. Güner'e, Güner de yerine göre Org. Başbuğ'a aktarıncaya kadar, medya eldeki bilgi kırıntısı ile ilk haberleri verip geçti.
Burada önemli husus, Org. Başbuğ'un 16- 17 Eylül 2008'de açıkladığı yeni iletişim modelinin uğradığı dramatik değişimdir. Genelkurmay Başkanı, 15 ay geriye gidildiğinde,
"Basın toplantıları her hafta yapılacak. Tabii mutlaka bir haber veya bilgi verme durumu olmayabilir" demişti.
Bir süre sonra medyadaki haberler "hukuk" a odaklanınca haftalık toplantılara aynı anda üç general (Tümg. Güler, Tuğg. Gürak ve Tuğg. Çubuklu) katılmaya başladı. Genellikle yeterli bilgi verilemeyen bu toplantılar da tatmin edici olmadı. Dün itibariyle, haftalık bilgilendirme periyodunun iptal edildiğini, ihtiyaca binaen toplantılar düzenleneceğini duyuran Genelkurmay bir bakıma kabuğuna çekildi. İletişim yöntemi flu bırakılırken, profesyonelleşme ihtiyacı daha da belirginleşti.