Mehmet Boynukalın, Ayasofya Başimamı olarak gündemimize hızlı bir dalış yaptı. Göreve gelince açtığı Twitter hesabından yaptığı yorumlar büyük tartışma çıkardı.
AK Partili siyasiler de dahil olmak üzere kendisini eleştirenler oldu.
Bense tartışmalar boyunca bu köşede konuyu ifade özgürlüğü kapsamında ele alan iki üç makale yazdım. Bir imamın kutsal kitaplardan referanslarla yorum yapmasının normal olduğunu söyledim. İmamı marjinal bulanlara da "Bırakın imam da feminist olmayıversin" diye itiraz ettim.
Derken Boynukalın, Ayasofya'daki görevinden ayrıldı. Twitter'da takılmaya devam etti. Geçen gece de sosyal medyada, gassallık da yaptığını öğrendiğimiz şu tweet'iyle tartışma konusuydu:
"Sizin pisliğinize ihtiyacım yok. Alayınızın cehenneme kadar yolu var ve merak etmeyin ey güruh, haram (!) ettiğiniz vergilerinizden bana düşen hisseden hepinize kaliteli pamuk aldım, artık helal edersiniz, ne yapayım."
Olacak şey değil!
Kendini inandığı dini iyi anlamaya-anlatmaya vakfettiğini söyleyen bir din adamının ağzından çıkacak laflar mı bunlar?
İlahiyatçının işi, öleceğini bile bile yaşayan tek canlı olan insanın manevi yükünü düzeysiz "pamuk göndermeleriyle" hafifletmek midir? Komedyen Cem Yılmaz'dan rol mü çalıyorsunuz?
Her konuştuğunda insanlara dini nasihatler veren, tevazuun, hoşgörünün, affetmenin faziletlerinden bahseden birinin iyi ahlakı "Ölünce pamuğunu ben tıkayacağım" seviyesinde mi olur?
Hepsinden önemlisi, zamanında Ayasofya gibi Türkiye açısından sembolik öneme sahip bir mabedi yönetmekle onurlandırılan imam bunu yaparsa cemaat ne yapmaz?
Bu sorunun cevabını öğrenmek istiyorsanız, Boynukalın'ı bu sözlerinden dolayı eleştirdiğim tweet'imin altındaki küfürlere, tehditlere bakabilirsiniz...
Zaten yazmaya da bu tepkiler üzerine karar verdim.
Belli ki Twitter'ı, aldığınız etkileşimi sevdiniz, siz de bakın Mehmet Bey...
Hepsi de sizin yanlış olduğunu kabul edip silmek zorunda kaldığınız aşırılığınızın "ideal Müslümanlık" olduğunu savunuyor...
Yanlışı da sizin değil, sözlerinizi eleştirerek benim gibilerin yaptığını söylüyorlar.
Hatta şaka yapmıyorum, "sui misal"e "emsal olur" bile diyorlar... "Karşı taraf ne rezil şeyler söylüyor, hocamız da anladıkları dilden konuşmuş" diyerek tarzınızı örnek alıyorlar.
Mehmet Bey, sizin yerinizde olsam, yeni girdiğiniz Twitter'da trollerin gazıyla daha fazla coşup ahaliyi de arkamdan sürüklemem.
Biliyorum, bir anda meşhur olmak kolay göğüslenecek iş değil ama sakin olun. Derin bir nefes alın.
Belki bir din adamına hatırlatılacak şey değil ama...
Bunların hepsi geçici hocam.
***
KAÇLA KAÇ ARASI HANGİ GÜZERGÂHTA GAZETECİLİK YAPACAĞIZ?
17 günlük tam kapanma başladığı günden beri meslektaşlarımdan aynı şikâyetleri dinliyorum.
Polis, gazetecilere ev ve işyerleri arasındaki güzergâh dışında bulunamayacaklarını, bunun için ayrıca bir görevlendirme yazısı almaları gerektiğini söylüyormuş.
Onca prosedürün ardından devlet tarafından verilen sarı basın kartları bile tek başına geçerli değilmiş. Çalışılan kurumdan hangi güzergâhta kaçla kaç arasında gazetecilik yapılacağını bildiren imzalı, kaşeli belge alınması şartmış.
Bir diğer konu da emniyetin, kamusal alanda ses ve görüntü almayla ilgili yeni genelgesi.
Şöyle deniliyor:
"Personelimizin görevini ifa ederken bu tür ses ve görüntü alınmasına tevessül edecek davranışlara fırsat vermemeleri, eylemin veya durumun niteliğine göre kayıt yapan kişileri engellemeleri, kanuni şartlar oluştuğunda adli işlem yapmaları gerektiği hususlarında tüm personelimizin bilgilendirilmesi."
Savaş alanında bile görülmeyecek bu uygulamaları da Bilim Kurulu mu önerdi bilmiyorum...
Ne var ki "Basın hürdür, sansür edilemez" diyen Anayasa'nın 28. maddesi ile ifade özgürlüğünü tanımlayan 26. ve 27. maddeler hepimizin gözünün önünde duruyor.
Duruyor değil mi?