Çarşamba günü bu köşede, Türkiye'nin Venezuela'dan 1500 ton peynir ithal edeceği üzerine verilen aşırı tepkileri eleştirdim.
Tezlerim okuma yazma bilen ve azıcık siyaseti takip eden herkesin anlayacağı kadar netti.
Birincisi, yılda 50 bin ton peynir ihraç eden Türkiye, ABD ve Rusya'nın sahada nüfuz mücadelesi verdiği bir ülkeden sembolik miktarda peynir alıyorsa bunun izahı uluslararası ilişkilerdedir. Asgari muhakeme yeteneğinden mahrum değilsek, sadece, söz konusu anlaşmanın Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun kritik bir zamanda yaptığı Venezuela ziyaretiyle birlikte gündeme geldiğini hatırlayarak bile bunu rahatlıkla anlayabiliriz. Önemli enerji kaynaklarına sahip olan Caracas'la Ankara'nın arasının çok iyi olduğu düşünülünce de iktidarın Venezuela ile geliştirdiği ekonomi politik ilişkinin rasyonel olduğu ortada.
İkincisi daha kişiseldi. Darbe günlerinde Türkiye'den hiçbir gazetecinin (Cüneyt Özdemir hariç) rahatını bozup gitmeyi bile düşünmediği Venezuela'da kaldığım sürece bu yalnız ve güzel ülkeye karşı tarafsızlığımı yitirdiğim doğrudur.
Zira, gıda ve ilaç da dahil ABD'nin acımasız ambargolarla ve bizzat askerlerini kullandığı darbe girişimleriyle kilitlediği Venezuela'da zenginlik içinde yoksulluk çeken insanlarla empati kurmamam imkânsızdı.
Dolayısıyla, Filistin'den, Bosna'dan, emperyalizmin iliğine kadar sömürdüğü herhangi bir Afrika ülkesinden, Küba'dan sıkıntılarını azıcık hafifletecek alımlar yapıyorsak ancak sevinebilirim.
Evet, Venezuelalı dostlarımla, peynirleri Arepaları üstüne koyup afiyetle yediğim kahvaltılarımızı da çok özlüyorum. Umarım o peynirler bir an önce Türkiye'ye gelir.
***
Hadi, bu görüşlerim üzerine iğrenç imalarla linç kampanyası başlatan Yeni Çağ'ı falan anlıyorum... Lümpen faşistlere akıldan, mantıktan, vicdandan bahsedecek değilim.***
Venezuela'dan peynir ithal edersek mutlu olmak dışında benim kazanacağım hiçbir şey olmayacak.