Ordular insanlık tarihi boyunca ülkenin sınırlarını savunmanın yanı sıra içerideki iktidarın belirlenmesinde de rol oynadılar.
Kısa demokrasi tarihimiz içinde generallerin halkın iradesi olan sivil siyasete müdahalesini kısmen engelleyecek formüller arandı.
Kuşkusuz bunlardan en işlevseli, askeri politikaların siviller tarafından belirlenmesi ve denetlenmesi ilkesinin kurumsallaşmasıydı.
Bu sivil-demokratik dönüşümü çok az ülke başarabildi.
Cumhuriyet tarihinde askeri darbeyle, serbest ve genel seçimlere geçtikten hemen sonra, 27 Mayıs 1960'ta karşılaşan Türkiye de bu konuda ciddi bir deneyime sahip.
Aradan geçen 60 yılda askerin, silahını eline veren halkı ve onun temsilcilerini esir aldığına şahit olduk.
Hepsinde darbe mekaniği aynı basit formülle takır takır işledi.
***
Durumdan vazife çıkartacak darbecilere öncelikle lazım olan
kutuplaşmış iki karşıt gruptu. Sonrasında gelip alkışlarla düzeni yeniden tesis etmek çocuk oyuncağıydı.
Deşilmedik, kaşınmadık farklılık kalmadı...
Solcu-sağcı, Alevi-Sünni, Türk-Kürt, laik- şeriatçı, seküler-dindar derken toplum sürekli yapay ayrımlarla ikiye bölünmeye çalışıldı.
12 Eylül'de olduğu gibi, pireyi deve yapan
iliştirilmiş apoletli basının,
kaostan devrim ya da iktidar çıkartacağına ikna edilmiş grupların ve zoru görünce şapkasını alıp giden basiretsiz siyasetçilerin çabalarıyla bazen sonuca da ulaşıldı.
Saat gibi işleyen bu düzen, 27 Nisan Muhtırası'nda kırıldı.
İlk kez bir siyasi lider, haddini aşıp siyasete parmak sallayan generallere pabuç bırakmadı. Seçmenden aldığı emanetin hakkını verip, Meclis'in duvarındaki
"egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" sözüne sahip çıktı.
***
15 Temmuz 2016'da ise Türkiye dünya darbeler tarihinde yeni bir sayfa açtı.
Halk, darbe girişimini çıplak elleriyle sokakta durdurdu. Hiçbir hazırlığı olmamasına karşın, hazırlıksız yakalandığı darbeye karşı demokrasiye kararlılıkla sahip çıkacağını tartışmasız şekilde ortaya koydu.
Yine olsa farklı davranmayacağımızı da bilmeyen yok.
Elbette insanlığın yüzlerce yıldır kalıcı çözüm bulamadığı darbe tehdidi ne Türkiye'de ne de dünyada son bulmuş değil.
Hala seçilmiş hükümetleri devirmenin,
iktidarı almanın en kestirme yolunun darbeyle mümkün olduğunu düşünenler var.
Yıllardır olduğu gibi, gazete köşelerinden, televizyon ekranlarından, sosyal medyadan imalar yaparak insanları tahrik etmeye devam ediyorlar.
Bu hastalıklı ve faşizan kafayla mücadele etmenin tek yoluysa, iddia ettikleri
kutuplaşma masalıyla mücadele etmek.
Onların dümen suyuna girip
halkın sivil demokratik olgunluğunu romantik çıkışlarla karikatürize etmek değil.
Zira darbe imalarıyla ortamı geren,
sağdan sola saysanız üç beş muhalefet vekili ve gazeteci vs.
Bunların söylediği gibi toplumda böyle yaygın bir kutuplaşma yok. Kişisel pozisyonlarını güçlendirmek için kaygılarını kitlelere mal etmeye çabalıyorlar.
İnanmayan çıksın sokağa sorsun.
Komşusuyla arası bozuk olanlar için yapabileceğimiz bir şey yok tabii ki.