Bir araya gelip havuz kuran muhalefetin, seçimlerdeki milyonlarca oy farkını izah etmek için çırpınışını izliyoruz.
Çırpınış, çünkü içine düştükleri havuzda sarıldıkları her şey kendileri gibi "batan" cinsten...
Çok sinirli oldukları için mi batıyorlar yoksa battıkları için mi çok sinirliler doğrusu onu da kestirmek zor.
Ancak, etraftaki can simitlerine rağmen diz boyu suda debelenirken hallerin hal olamadığı ortada. Öyle ki onlar adına başkaları utanıyor.
***
Baksanıza, gündeme gelmeye çalışan bir "az ünlünün" kurduğu, "
Müslüman bir ülkede
demokratik seçim yapılamayacağını gördük" cümlesini tekrar edecek kadar
düşkünler...
Ancak bu seçimde işi hakikaten abarttılar. Sanki ayıpmış gibi, "
seçmenin kendisini düşünmesine" vurgu yapan "Makarna" edebiyatını bıraktılar. Şimdi tam tersini, "seçmenin kendisini
hiç düşünmediğini" söylüyorlar.
Aynı ülkede yaşadıkları, yoksul, muhafazakâr ya da
dört yıllık kıytırık bir fakülte bitirmemiş insanların siyasi tercih yapamayacak "aptallar" olduğuna
inanmışlar.
Daha kötüsü, bizlerin de inanmasını istiyorlar ve reddedersek kızıyorlar, sitem ediyorlar...
Aşağıdaki satırlar, avukat bir vatandaşa ait:
"Nasıl koyduk diyen adam
adliyede taşeronda temizlik işçisi. Sigortası yok. Karısı hamile. Maaşı 1000 TL. Koyulan adam yani ben Avukatım.
Gelirim ayda 30.000 TL'nin üzerinde. Ve o işçi sigortalı işi olsun 2200 TL maaş alsın,
çocuğu üşümesin diye sabaha kadar sandık başında bekledim."
Evet evet,
kırk yaş üstü, bol kaslı...
***
Ne güzel anlatır değil mi,
Oğuz Atay "Oyunlarla yaşayanlar"da bu soldan sağa lümpenliğin bu hallerini:
"Ey sevgili
milletim!
Neden böyle yapıyorsun?
Neden az gelişiyorsun? Niçin bizden geri kalıyorsun? Bizler bu kadar çok gelişirken geri kaldığın için utanmıyor musun?"
Çetin Altan'ın "kendilerinden
az kazanana ayak takımı çok kazanana hırsız derler" şeklinde tarif ettiği
zekâ ve
ahlak fakirleri keşke dışarıdan nasıl göründüklerini izleyebilselerdi.