Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz epeyce gergin.
Birliğin özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında takındığı, evrensel demokrasi normlarıyla bağdaşmayan tavır bu çıkmaz yolu açtı...
Darbe girişimini açık bir dille kınamadılar... Yetmedi Türk devletinin bu saldırı girişimi sonrası "medeni AB hukukuna" uygun olarak meşru müdafaa hakkını kullanmasına bile tahammül edemediler.
Darbecilere, teröristlere kucak açtılar.
Kısacası üye adayı bir ülkenin yanında durmaları gereken o tek günde su koyuverdiler, yan çizdiler, niyetlerini açık ettiler.
Her onurlu ve egemen devlet gibi Türkiye de bu çifte standardı içine atmadı. Mütekabiliyet çerçevesinde gereken karşılığı verdi.
İş, krize taraf olan hükümetlerin mevzuu iç siyasette ve seçimlerde kullanmasıyla da daha kötü bir noktaya vardı.
Bir Türk Bakan'ın heyetinin, Avrupa'nın göbeğinde köpekli polislerce durdurulmasını hatırlayın...
Daha fazla örneğe gerek var mı?
***
Cumhurbaşkanı
Erdoğan'ın Fransa ziyaretiyle uzun süredir tartışılmayan
üyelik perspektifi konusu
yeniden yeşerdi.
Dün Dışişleri Bakanı
Mevlüt Çavuşoğlu'nun Alman mevkidaşı
Sigmar Gabriel'le verdiği samimi
pozlar da "
acaba mı" dedirtti...
Ne var ki karşılıklı edilen laflar öyle kolay kolay unutulacak gibi durmuyor.
Eller sıkılıyor, yüzler gülüyor, anlaşmalar yapılıyor, "
çaylar dökülüyor" ancak
taraflar gardını düşürmüyor.
Türkiye de AB de ilişkide baskın tarafın kendisi olduğunu iddia edip, evliliği en çok diğerinin istediğini söylüyor.
Örneğin,
Cumhurbaşkanı Erdoğan "Tabii bu
bizi ciddi manada yorduğu gibi milletimi de ciddi manada yoruyor. Belki de bizi bir karara doğru sürükleyecektir.
Sürekli olarak 'ne olur artık bizi de alıverin' diyecek halimiz de pek yok. Bunu
Fransa'dan söylüyorum" dedikten sonra,
Le Figaro, "Erdoğan, Paris'te AB'ye elini uzatıyor" başlığı atabiliyor.
***
Peki, ne olacak bu yarım asırdır süren uzatmalı ilişkinin sonu? Ya da nasıl olmalı?
Sanırım artık dünü, kabulleri ve alışkanlığa dönen müzakereleri unutmak gerek.
Yeni bir ilişki devresine girildiği kabul edilmeli ve bu yeni durumun gerçekliğine dönüp
cılkı çıkmış birliktelik romantizmi terk edilmeli.
Evet, köklü ilişkilerimiz var. Evet, karşılıklı olarak görüşmeye ihtiyacımız var.
Ama bu
illaki evlenmemizi gerektirmiyor.
Avrupa'da olup Birliğe üye olmadan da bu ilişkiyi gayet iyi
yürütenler var.
Hatta Birleşik Krallık gibi boşandıktan sonra görüşenler de...
Belki de her iki tarafın üzerinden de
evlilik baskısı kalkınca beklentiler azalacak. Depresif hal aşılacak...
Sorunlu noktalar daha az göze batacak... Ve nihayetinde
işler yoluna girecek.
Sorumluluğu hep naza yüklerler ama
bence âşığı en çok usandıran ısrar.