Çarşamba günü, İstanbul Ticaret Odası Başkanı İbrahim Çağlar'ın bir kalp krizi sonucu hayatını kaybetmesi üzerine doktor hasta ilişkileriyle ilgili bir yazı yazdım.
Çünkü hayatımda birebir izleri olan doktor ve hastane ihmallerine dair doğal olarak hassasım. Ayrıca dünyanın her yerinde olduğu gibi bizim buralarda da pek çok kişinin bu dertten mustarip olduğunu biliyorum.
Onların sesi olmak istedim. Neticede işimiz bu.
Ancak gün içinde gelen telefonlardan ve yorumlardan, tıp eğitimi ve sistemi üzerine genel eleştiriler içeren yazımı, birebir Çağlar'ın özel durumuyla ilgili algılayanlar olduğunu gördüm.
Oysa yazıda da altını çizdiğim gibi, Çağlar'la ilgili bir gazeteci tarafından dile getirilen ve yaygın olarak konuşulan iddiaları sadece bu tartışmaya vesile olması için örnek vermiştim. Bu olay özelinde bir yargıda ya da kanaatte bulunmamıştım...
Ama tabii ki yazılarımıza dair sorumluluğumuz basıldıkları anda bitmiyor.
Ben de dün konuyu netleştirmek için hastane yetkilileriyle görüştüm. Ve dinlediklerimden, Çağlar'la ilgili kamuoyuna yansıyan iddiaların yanlış olduğunu gördüm.
***
Sorularımı yanıtlayan Grubun Medikal Direktörü Prof. Gazi Yiğitbaşı, iddiaların aksine Çağlar'ın hastanelerindeki tetkiklerinin özenli ve dikkatli şekilde yapıldığını söylüyor:
"
İbrahim Bey, saat bir sularında eşiyle birlikte hastanemize mide şikâyetiyle geldi.
Kalp krizi belirtileri olan kol ve sırt ağrısı gibi belirtiler yoktu.
Ancak yine de tüm testler eksiksiz yapıldı. EKG'si çekildi. Ve olağanüstü bir
duruma rastlanmadı. Her
şey normaldi. "
Ben çok iyiyim" diyen İbrahim Bey de eşiyle beraber sağlıklı ve normal şekilde hastaneden
ayrıldı.
Prof. Yiğitbaşı, İbrahim Bey ve eşinin
eczaneye gittikten sonra hastaneye dönüşlerinin de çok kısa bir süre içinde gerçekleştiğini vurguluyor.
Burası çok önemli.
Zira hastaneden çıktıktan sonra kalp krizi geçiren İbrahim Bey hastaneye geri geldiğinde hayata döndürülüyor ve durumu normale çevriliyor.
Kısacası
hastaneden taburcu edildikten sonra hayatını kaybetmiş değil.
***
Ancak hekimler yine de işi sağlama almak için İbrahim Bey'e anjiyo yapılmasını öngörüyorlar.
Bunun için de anjiyo laboratuvarı, yoğun bakım ünitesi ve uzmanları olan bir hastane arayışına geçiliyor.
Ve İbrahim Bey,
3 doktor nezaretinde, 12 dakika gibi kısa bir sürede hastanenin Bağcılar'daki merkezine
ulaştırılıyor.
Burada hastanın bütün fonksiyonları normale döndürülüyor.
Durumu stabil iyileşme periyoduna giriyor.
Ardından her zaman yapıldığı gibi, beyin hasar görmesin diye hasta uyutuluyor.
2 saat sonra da ne yazık ki bildiğimiz acı son gerçekleşiyor.
Prof. Yiğitbaşı, bu süreçlerde hekimlerin ve hastanenin çabasının ve ilgisinin
en önemli şahidinin İbrahim Bey'in eşi olduğunun da altını çiziyor. Zaten soruşturmanın ayrıntılı şekilde devam ettiğini de ekliyor.
***
Evet, durum budur.
Ben yine sağlık sistemiyle ilgili yapısal tartışmalar açmaya devam edeceğim. Çünkü büyük siyaset kadar cazibesi olmasa da gerçek konularımız bunlardır.
Ancak bu kez, büyük gazetelere basılsalar da, gazetecilerin makalelerindeki verilerin doğrulanmış bilgiler olduğunu düşünme hatasına düşmeden...
Alıntılamaların içeriğine güvenmenin eskide kalması gereken bir alışkanlık olduğunu unutmadan...
Art niyet faktörünü hiç aklımdan çıkartmadan.