Binali Yıldırım'ın partinin başına gelmesinin ardından kimilerinin mantıklarını kızgınlıklarına kurban etmesini üzülerek izliyorum.
Onlardan biri şöyle buyurmuş: "AKP artık bir kadro hareketi değil, lider hareketi."
Hiç kafanızı karıştırmayayım. "Diktatör" diyecek de, dün Erdoğan'a danışman olmaya çalıştığını, hatta onu "babasına benzettiğini" hatırlatan çıkar diye adaplı davranıyor. Öyle ya beyefendinin daha dün sarf ettiği şu sözler nasıl unutulur ki?
"O bir lider zaten. Otoriterleşme ihtiyacı olmayan biri zaten. Zaten orada o adam." (CNNTürk, 9 Mart, 2015)
Ne diyeyim, geçelim. Beni asıl düşündüren, "zaten otoriterleşme ihtiyacı olmayan bu adamın" hiçbir zaman kadro hareketi olmayan AK Parti'yi nasıl olup da lider hareketine çevirdiği tespitinin sosyolojik dayanağı!
Öyle ya, AK Parti'nin alametifarikası, daha öncekiler gibi bir kadro hareketi değil, kitle partisi olması ve mücadele sürecinin kendi dinamikleriyle Erdoğan gibi doğal bir önder çıkartması değil mi?
Bir iddiadan bahsetmiyorum. Sözünü ettiğim organik ilişki, liderliğini Erdoğan'ın yaptığı AK Parti'nin kurulduğu günden bu yana 10 seçimden zaferle çıkmasıyla da defalarca kanıtlandı işte.
Peki, o halde, eskiden, kaç seçimdir sandıkta karşılığı olmadığını gördüğümüz Cemaat gibi yapıları tanımlamak için kullandığımız "kadro hareketi" eleştirisinin, şimdi AK Parti için ideal bir hedefmiş gibi sunulmasının anlamı ne?
Hemen söyleyeyim. Bu tespit, sadece, Başbakanlık danışman kadrosundan yaş haddi nedeniyle emekli olan birinin kaybettiği ayrıcalıklarının ardından ortalığa saçılan kişisel hezeyanları değil.
Bu hedef, yani AK Parti'nin arkasındaki yegâne güç olan halktan kopartılıp, diğerleri gibi bir kadro partisi seviyesine indirgenmesi, Türkiye'nin tüm rakiplerinin, ABD'nin ve AB'nin de arzusu.
***
MEHMET BEY?***
AMERİKANCI DEVRİMCİLER***
PEKİ YA MENDERES, ÖZAL?