Temel talebi "8 saat çalışma, 8 saat uyku, 8 saat de ne istersek" olan 1 Mayıs'ın bu topraklarda ilk ne zaman kutlandığına dair tarihçiler farklı görüşler dile getiriyorlar. Disk Genel-İş Sendikası'nın arşivlerinde yer alan bir bildiri bu konudaki tartışmaları şimdilik bitirmişe benziyor. Belgeye göre ilk kutlama 1906'nın 1 Mayıs'ında İzmir Basmane'deki işçiler tarafından gerçekleştirildi.
Yani İttihatçıların zaman zaman yasaklamalarına rağmen 1 Mayıs Osmanlı döneminde bayram olarak kutlanıyordu. Buna rağmen Modern Cumhuriyet'in kuruluşundan sadece bir yıl sonra 1 Mayıs kutlamaları "fena halde" yasaklandı. 1925'te de Takriri Sükûn kanunu ile resmen yasaklandı. 1935'te ise şakanın ayarı kaçtı, 1 Mayıs günü "Bahar ve çiçek bayramı" ilan edildi.
Atatürk'ün vefatının ardından iktidarı alan ve ne kadar faşist devlet varsa "selam çakan" Milli Şef'ten de 1 Mayıs'a izin vermesini kimse beklemiyordu zaten. Adnan Menderes ise, seçim vaadinde yer almasına rağmen ancak 10 yıllık iktidarının son 26. gününde 1 Mayıs'ı İşçi Bayramı ilan edebilmişti. Evet 27 Mayıs darbesinden günler önce.
Onlarca yıllık aradan sonra 1977'de işçiler ve solcular Taksim'e çıktığında ise bilanço ağır oldu. Alanda çıkan olaylarda 37 kişi hayatını kaybetti. Sonrası bildiğiniz üzere hep yasak yıllar. Ve bildiğiniz üzere Taksim'in ısrarının 1 Mayıs resmen yasakken bile şimdiki kadar dayatılmadığı dönemler.
2009'a geldiğimizde ise, "muhafazakâr bir hükümet" solun bu topraklardaki yaklaşık 100 yıllık taleplerinden birine yanıt verdi. Tayyip Erdoğan Başbakanlığındaki Ak Parti Hükümeti 1 Mayıs'ı resmi bayram ve tatil günü ilan etti. Aynı hükümet 2010'da da Taksim üzerindeki 1 Mayıs yasağını kaldırdı ve kutlamalar burada yapılmaya başlandı.
"Cumhuriyetimizi ne hale getirdiler, bi işçi bayramı kutlayamıyoruz" diye yakınanların bilgisine, saygılarımla...
Daha ustaca yönetilebilirdi
Dün Türkiye'nin her yerinde 1 Mayıs kutlamaları vardı, bir yer hariç, Taksim meydanı. Yalnızca sendikaların küçük gruplar halinde alana gelip anmalarının ardından çıkmalarına izin verildi. Evet, Taksim'i Gezi'yle, "solcuların Kâbe'si" türünden benzetmelerle fetişleştirip Ankara'nın güvenlik refleksini setleştiren muhalefetin bu rahatsız edici tedbirlerdeki sorumluluğu ortada.
Ama ne olursa olsun sorumluluğun büyüğü hükümetin. Zira "teröristler ne kadar terörist, kışkırtıcılar ne kadar kışkırtıcı ve kötü niyetli" diye yakınma lüksleri yok. İşleri krizleri "daha iyi" yönetmek.
Mesela, siyasetin ve sivil toplumun diyalog kanallarını daha işlevsel kullanabilirdi hükümet. Alanın çevre ve halk güvenliğiyle bağlantılı fiziki koşularının sınırlarını tanımlayıp kutlamalara katılacak kişi sayısına bir limit koyabilirlerdi. Örneğin sendikaların karar vereceği 1000 kişilik bir grubun Taksim'e alınacağını, kentteki diğer alanların da dışarıda kalanların emrinde olduğunu önceden ve "daha net" ilan edebilirlerdi. "Ettik" diyorlarsa da kusura bakmasınlar duyuramadılar. Bu durumda kararın ideolojik değil teknik bir nedenden kaynaklandığını ve "iyi niyetini" kamuoyuna daha rahat anlatabilirlerdi. Kent hayatını aksatan dünkü güvenlik tedbirlerinin sorumlusu da bu makul ve anlaşılır teklifi kabul etmeyen olurdu.
Böylece, hem Taksim'de kale benim şehir gerillacılığı oynayanların ekmeğine yağ sürülmezdi; hem de Taksim yasağını sokaktaki çarşaflı turistlerin resimleriyle protesto eden Cumhuriyet'in şebbihalarının faşizan twitlerine maruz kalmamış olurduk.
Biz de işçiyiz hani, bayram günü şu kadarcık talep çok olmasa gerek.