Çakı bulundurmak suçundan 12 Nisan'da gözaltına alınan siyahi bir gencin 19 Nisan'da hayatını kaybetmesinin ardından dün ABD karıştı. Freddie Gray isimli gencin ölümünü protesto eden gruplar, ülkenin Maryland eyaletine bağlı Baltimore kentinde sokağa çıktılar.
"Barışçı eylemler" elbette kısa bir süre sonra "kontrolden çıktı." Tıpkı başka yerlerde ve bizde de olduğu gibi. Kentte yağmalardan, tacizlerden, gasplardan ve kundaklamalardan bahsediliyor. Gelişmeler üzerine ABD çok sert güvenlik tedbirleri aldı. Kentte olağanüstü hal ilan edildi. Maryland Eyaleti Valisi Larry Hogan'ın ifadesiyle "son çare" olarak adlandırılan Ulusal Muhafızlar'a ait 5 bin asker kente gönderildi. Bölgede saat 22 ile 05 arasında da sokağa çıkma yasağı var. Sosyal medya ve diğer iletişim araçlarına getirilen sınırlandırmalarsa zaten vaka-i adiyeden.
Ancak ilginç bir şekilde dünya ayağa kalmadı. İlginç bir şekilde diyorum, zira biz Türkiyeliler Gezi eylemleri sırasında Avrupa ve ABD basınının provokatif ve sansasyonel tavrına alışmıştık. Hani seçilmiş siyasi iktidarlara karşı daima sokağın yanında yer alırlardı ya. Baltimore'da bir anda terörü hatırladılar. Kimse Türkiye'deki olaylarda yaptıkları gibi kasklı savaş muhabirlerini bölgeye göndermedi. Örneğin Gezi olaylarına sempatisiyle bilinen ve olayların yıldönümü bile unutmayarak "bu kez durdurulamayacak" temennisiyle çıkan The Economist sağduyuluydu. "Anarşist" benzetmesi yaptığı göstericilerin vandallıklarından kareleri okurlarıyla paylaştı. Yaşananlara "kaos" dedi.
ABD Sözcüsü çıkıp topu siyasi yönetime zaten atamazdı. Ama AB de ohal, askerin müdahalesi, sokağa çıkma yasağı ve iletişimin sınırlandırılmasını haklar ve özgürlükler kapsamında tartışmadı. Yine de tavırları Ortadoğu'da yürüttükleri sokak operasyonları kadar acımasız değil. Zira yangın sonrası restore edecekleri yer yine kendi evleri ya da komşuları. Bu nedenle yangın kontrollü şekilde ilerlemeli ve mümkünse "medeniyetlerinin" dna'sına zarar verecek yapısal sorgulamalara yol açmamalı.
Peki niçin ABD?
Evet, ABD polisi çok sert. Bu şiddetin mağdurları da düşük sosyo ekonomik sınıfa dahil oldukları için genellikle siyahiler ve hispanikler oluyor. Kuşkusuz poliste ırkçı eğilimler de yaygın. Ancak konuştuğumuz kadim bir problem. Hatta devletin toplum tarafından şiddeti içselleştirilmiş durumda ve yaygın olarak meşru görülüyor. ABD'de yılda 500 kişi güvenlik güçlerince öldürülüyor.
Dolayısıyla her gün yaşanan bu şiddet, sokağa çıkmak için kimsenin yadırgamayacağı, "kumpas" demeyeceği bir gerekçe. Ama her zaman başvurulmuyor. Ne hikmetse, Baltimore'deki gibi genellikle bu haklı zeminde örgütlenip çığırından çıkan sokak olayları hep seçim süreçlerine denk geliyor. Tıpkı şimdi olduğu gibi.
Komplo teorilerinden hazzetmiyorum ama siyasetin yeni dünya düzeninde komplolardan bağımsız yönetilmediğini de biliyorum. Anlaşılan o ki, birileri demokratları bu sefer değiştirmeye kararlı. Ve sandığı etkileyecek sokağı kaşımak için de sağlam meşruiyete sahip bir kıvılcımı ateşlemeyi başardılar. Ne zaman nasıl söner bilmem. ABD koca bir devlet. Ancak, siyahi bir başkanın döneminde bile polisin siyahilere yönelik şiddetinin engellenememesinden başka yönetim acziyetini ortaya koyabilecek ne olabilir?
Geçmiş olsun.