Cumartesi akşamı Silivri Cezaevi önünde bu kez Ergenekon ve Balyoz sanıklarının yakınları değil, bu davaların mimarlarının taraftarları toplanmıştı.
Paralel yapı soruşturması nedeniyle tutuklu bulunan kişilerin tahliyesine yetkisi olmadığı halde bakan mahkemenin kararının uygulanması için eylem yapıyorlardı. Oysa aynı grubun Balyoz davalarındaki gece yarısı tahliyelerine verdikleri tepki hafızalarımızda dipdiriydi. Bugün tam aksini söyleyen Cemaat yazarlarının o günlerdeki kendi "hukuki argümanlarına" bakmaları yeterliydi aslında. Ama olsundu, itikatlarına göre dün belki tartışılabilirdi fakat kanunlarını hocaefendilerinin çizdiği Cemaatlerinin doğrusundan sual edilemezdi. Peki bu kavga gürültünün içinde aslında yaşanan neydi, bir bakalım.
Tahliye taleplerine olumlu yanıt alamayan şüpheli vekilleri bu kez de reddi hâkim talebinde bulundular. Üstelik de kanunun yetkili kıldığı hâkimliğe değil, alakasız 29. Asliye Ceza Mahkemesi'ne. Daha da ilginci bu mahkeme de kanunu, yetkiyi falan hiç sorun etmedi. Hâkimlerin reddine karar verip, tahliyelere de 32. Asliye Ceza Mahkemesi'nin bakmasına hükmetti. O da paralel yapı zanlılarının tahliyesine karar verdi.
Ancak ortada ciddi bir hukuki sorun hatta skandal vardı. Şöyle ki; Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 7. maddesine göre de yetkisiz olarak verilen kararlar hükümsüzdü. Ve reddi hâkim talebini kabul eden 29. Asliye Ceza da, tahliyelere karar veren 32. Asliye Ceza da bu konuda yetkisizdi.
Çünkü 18/06/2014 tarihli ve 6545 sayılı kanunla, sulh ceza mahkemelerinin ağır iş yükünü azaltmak için, sulh ceza hâkimlikleri kurulmuştu.
Sulh ceza hâkimlikleri, soruşturma aşmasında hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları vermekle görevliydi.
Eğer o yerde sulh ceza hâkimliği yoksa numara olarak kendisini izleyen hakimliğe başvurulabilecekti. Ama sanık avukatları sırayla değil sıraya kaynak yaparak kendilerine başvuracak mahkeme seçtiler.
Lapsuslar dile geldi
Peki bu hukuki kesinliğe karşın hafta sonundan beri devam eden nümayişin sebebi ne? Bir yandan cezaevi önünden yapılan yayınlarda itidal mesajları veriyorlar, aile dramlarından bahsediyorlar. Öte yandan sosyal medyadaki paralel trolleri insanları küfür linciyle susturmaya çalışıyor, atılan İngilizce tweetlerle "mahkeme kararları uygulanmıyor" propagandası yapıyorlar. Neyi amaçlıyorlar?
Gelin bizzat kendilerine, Murat Yılmaz'ın ifadesiyle "yüzde 1'le memleketin yargısını, emniyetini, istihbaratını, ordusunu ele geçirmeyi kendilerine hak sayanların" kibrinin neden olduğu lapsusların diline kulak verelim. "Kimse teknik detaya bakmaz. Aklında kalmaz. Mahkeme tahliye verdi. Zorba güç kullanarak engelledi. İmajınız bu."
"İki saattir mahkeme kararlarının teknik detaylarıyla boğuşuyorlar. Hâlâ yedikleri yumruğun farkında değiller."
"Havuz medyası hâlâ ne olduğunun farkında değil. Hadise basit bir tahliye meselesi değil ki. Psikolojik üstünlük el değiştirdi."
Bu sözler paralellerin en önemli akıl hocalarından Tuncay Opçin'e ait.
Açıkça diyorlar ki, "Adaletmiş, hukukmuş, yasaymış, kim takar, amaç algı manipülasyonu." Tıpkı Nazilerin propaganda şefi Goebbels'in dediği gibi: "Yalan söyleyin mutlaka inanan çıkar. Bir söylemi tekrarlarsanız, halk o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser."
Adamlar daha neyi itiraf edecekler.
Ama insanları aptal yerine koyduklarını gizleme gereği bile duymayanların unuttukları bir şey var, o da Lincoln'den gelsin:
"Bazı insanları her zaman, bütün insanları da bazen kandırabilirsiniz; ama bütün insanları her zaman kandıramazsınız!"