HDP varoluşunu Kürt sorunuyla tanımlayan bir parti. Yıllarca ezilmiş, potansiyel tehdit sayılmış, dili yasaklanmış koskoca bir halkın siyasi arenadaki temsilcisi olma iddiasında. Böyle bir partinin birincil gündeminin, sahiplendiği mağdur edilmiş kitlenin temel problemi savaşı durdurmak ve milliyetçi- ulusalcı unsurlara muhalefet etmek olması beklenir değil mi? Ne var ki HDP uzunca bir süredir kendisine ana hedef olarak başka bir düşman belirledi. O da Cumhuriyet tarihinde ilk kez Kürt sorununu "müzakere" aşamasına taşıyan Ak Parti!
Özellikle Selahattin Demirtaş'ın harekette etkin olmasıyla birlikte başlayan bu paradoksal durum, Erdoğan'ın Çözüm sürecini ilan etmesiyle birlikte daha da derinleşti. Demirtaş döneminde, çözümü hedefleyen ve resmi söylemde ciddi revizyonlara giden siyasal iktidarla hareketin doğal mecrası gereği hakkaniyetli bir ilişki kuran kadim siyasetçilerin rolü talileştirildi. Çözüm için Erdoğan'ın gösterdiği iradeye destek olunması gerektiğini söyleyen ve tabanda da karşılığı olan Leyla Zana gibi isimlerin yerine, harekette izi bile olmayan arkaik sol unsurlar ikame edildi.
Kürt sorununun yapısal nedenlerinin sorumlusu olarak tanımlanabilecek çevrelerle ittifaklar kuruldu. Demirtaş, girdiği son iki seçimi adeta, KCK operasyonlarında illegal unsurları bırakıp sokakta taş atan 14-15 yaşındaki çocukları bile tutuklayan Cemaat'in argümanlarıyla yürüttü.
Çözüm sürecinde, Ak Parti'nin siyasi bekasıyla alakası olmayan ancak Kürtlerin demokratik kazanımlarının ilerletilmesini sağlayacak noktalarda bile uzlaşmaz bir tavır sergiledi. Buna karşın, barış görüşmelerinin kendisini ihanet sayan, ana dilde eğitimin "bölünme getireceği" resmi görüşü olan CHP ile ittifak kapısını hep açık tuttu. Hatta Meclis'te, henüz "Kürt kökenli vatandaşlarımız da vardır" noktasına gelebilen MHP ile omuz omuza verip ittifaklar örgütledi.
Kuşkusuz Demirtaş'ın en amorf işbirliği, yıllarca siyasal çözüm dedikleri Kürt sorunu müzakere aşamasına geçince savaş nidaları atan endişeli liberal çevrelerle kurduğuydu. HDP'ye yeni dönemde biçilen "Öcalan'a rağmen Gezi'yi Kürt sokağına taşıma rolü" açısından tutarlı bu ilişki, partinin Kürt halkının kazanımlarını öncüleme düsturuyla açıkça çelişiyordu.
Seni kim ikna etti?
Hadi bunları geçelim. Demirtaş, kamuoyu algısını önemseyip, buna göre pragmatist söylemler geliştirebilen bir siyasetçi. Peki, bu kurnazlığına rağmen, Öcalan'ın barış mesajının okunacağı, silahlara veda umudunun yükseleceği Newroz kutlamaları öncesindeki son grup toplantısında usulen de olsa barışa dair bir iki laf edemez miydi? Böylece, Öcalan'ın şubat başında gönderdiği barış mesajını Kürt ve Türk kamuoyundan saklamasının olumsuz imajını da biraz olsun silebilirdi. Ama o tuttu bugüne kadarki en kısa grup konuşmasını yaptı: "Sayın Recep Tayyip Erdoğan, seni başkan yaptırmayacağız, seni başkan yaptırmayacağız, seni başkan yaptırmayacağız!"
Belli ki sol şeritte makas atıp hız sarhoşu olan Demirtaş, çözüm ve barış Newroz'u öncesi kaçırdığı köprüden önce son çıkışa çok yaklaşılmasının paniğiyle iyice gaza yüklendi. Aslında buna mecbur da. E herkes kendisini "başkan yapana" oynayacak tabii. Demirtaş'ın "başkan yapmayacağız" dedikleri, kendilerini belediye başkanı, başbakan ve hatta Cumhurbaşkanı yapan halka... O ise, Öcalan'ın 2013 Ağustos'undaki İmralı görüşmesinde "Seni liderliğe hazırlıyorlar Selahattin, farkında mısın? Anladım, heveslisin, liderlik yapabilirsin ama ben önderlik tedbirlerimi çoktan aldım, bunu da bil" sözleriyle dikkat çektiği "kendisini başkan" yapanlara.