Türkiye'nin en iyi haber sitesi
MELİH ALTINOK

Nasıl olacakmış o iş?

Önce, başbakanları pijamayla karşılamaya alışmış patronu ayrıcalıkları kaybettikçe hırçınlaşan paspas konuştu. Ki efendisinin katına çıkacakların ayaklarını temizlemekten mesul olduğu için, hep önde giderdi. Ardından da eski gazetesinin birinci dereceden sorumlu olduğu Balyoz ve Ergenekon manşetlerini şimdi bir okur gibi değerlendiren sabık genel yayın yönetmeni.
Biri Cemaat'in buçuk televizyonunda, üstelik linç ettirdiği Hrant'ın, Merve Kavakçı'nın sözüm ona dostlarını alarak. Müdanasızdı, çünkü karşısındaki itirafçılar, gizliden hayranlık duydukları efendileri karşısında ezilenlerin pedagojisini doğrulamakla meşguldüler.
Diğeri ise Taraf yıllarında kendisini ve gazetesini yerden yere vuran Cumhuriyet'e ve Hürriyet'e konuk oldu. Ama o diğeri gibi rahat değildi. Uzun oturuşunu ve arada yudumladığı viskisini kadraja sokup havayı lehine çevirmeye çalışsa da, muhabirin röportajı kendisine yeni kitabının piarı için lütfettiği gizlenecek gibi değildi.
Tabii ki, her sözleri patolojik nefretlerini bir türlü halka mal edemedikleri nefret objelerine yönelikti. Peki ne söylediler? Toplumun her kesiminden kendisine yöneltilen "arsız" sıfatını bir şeref nişanı gibi göğsünde taşıyanı, halkın 12 yıldır oylarıyla ihya ettiği bir siyasiye "biz yargılanmama garantisi verelim, o da gitsin" diye seslendi.
Askeri vesayet tasfiye edilince şirazesi kayıp seçilmiş siyasiler üzerinde Cemaat vesayeti önermeye başlayanı da halkın, 9 seçimin her birinde daha fazla oy verdiği siyasiyi "bir şekilde kenara iteceği" kehanetinde bulundu.
İyi de nasıl olacaktı o iş? Halkını ve siyasi temsilcilerini esir alması için göreve çağrılacak orduya ulaşılamıyordu. Asker artık dış güvenliğin sağlanması gibi asli işleriyle meşguldü. Gezi'de denemişlerdi, sokak kabadayılığı ile halkın iradesini tehdit etmek de sonuç vermiyordu. Yanaştıkları Cemaat'in hitap ettikleri seküler tabanlarındaki prestiji yerlerde süründüğü için homurdanmalar artmıştı.
Kürt sokağını karıştırmak için iradeleri satın alınan "çaşlar" İmralı'dan boykot yediği için bölgeye ulaşamıyorlardı. Çözüm Süreci almış yürümüş, iki üç gün sonra Newroz'da okunacak barış mesajı kaleme alınmıştı bile.
Merkez sermaye desen, "aile büyükleri" devrimcilik oynamaya heves eden milyon dolarlık çapulcu miras yedilere, gençlerine "işinize bakın" demeye başlamıştı bile. Ödemeli aradıkları ABD'den geldiği söylenen "Ak Partiyi gözden çıkardık" masallarını ipleyen de yoktu artık.
Daha fenası değneksiz gezmeye alıştıkları medya köyünde aykırı sesler günden güne yükseliyordu. Sermayeye ya da medya baronlarına laf söyleyenin işsiz bırakıldığı "centilmenlik anlaşmaları" rulo yapılmıştı. Türkiye halkını temsil kabiliyeti olmasa da reklam pastasından aslan payı alarak palazlandıkları mecrada koşullar eşitlenmeye başlamıştı.
O halde nasıl olacaktı halkın istediği siyasal iktidarın kenara çekilmesi ya da gönderilmesi. Olmayacağını ahalinin giderek süpürdükleri de biliyor, ittifak kurdukları içteki ve dıştaki vesayet odakları da.
Çünkü milyonlar, onların tek bir kişi üzerinden yürüttükleri belaltı kavganın kendilerine karşı verildiğini biliyor. İşte o "bir daha asla" mottosunun hikmeti de bu.
Merak etmeyin, siyasete, barışa, demokrasiye bu kez "yumurta kırılmadan" sahip çıkmaya kararlı Türkiye halkının "yargılanacaksınız" diye tehditler savuranlara vereceği cevap için çok beklemeyeceksiniz.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA