Şair değilseniz ki bendeniz değilim, arkadaşlarınızın ya da tanıdığınız insanların yeni siirlerini ya da şiir kitaplarını sabırsızlıkla beklemek gibi bir alışkanlığınız olmayabilir. Bunun benim için tek bir istisnası vardır; o da Mustafa Akar'dır.
Mustafa'nın yanından bir an olsun ayırmadığı, bir yürüyüş sırasında ya da bir çay sohbetinin tam ortasında çıkarıp üzerine notlar karaladıgı küçük defterin nasıl bir şiire ya da kitaba dönüşeceğini merak ederim hep.
Dibine de ışık veren bir şairdir Mustafa Akar.
Yeni kitabı Berhayat'ı da bu merakla okuyorum. "Neye yarar yazdıklarımızı anneler anlamayacaksa" diyor ilk şiirinde. "Yetimleri sevindirmeyecekse dizelerimiz unutuver gitsin."
Türk şiirinin gerçeklikle ilişkisi sorunlu mu demiştiniz?
Mustafa'mız, canımız, bilmem ki nasıl söylenir, hasta oldu. Şimdi iyi merak etmeyin. Kitapta buna dair bir şey var mı diye bakarken Hodgkin Lenfoma başlığı takılıyor gözüme.
"Allah'ım beni dertlendir / Değerimi bileyim böylece."
Iki damla yaş birikiyor gözlerimde. Okumaya devam ediyorum. Meleklerin, evlatlarının korkusundan uyuyamayan babaların, taştan ayrılan suların, çöpten ayrılan üzümlerin, ölümü bile sevdiren arkadaşların arasından geçerek son mısralara geliyorum:
"Ve ağlarken muhakkak / Sessiz ağlayınız."
Mümkün mü bu? "Henüz Vakit Varken" mümkün mü bu Mustafa?
Sen değil misin "...insan gitmekten yapılmıştır / dünya kalmaktan" diyen.
Otogarlara gidip kendini uğurlamak isteyen, sen değil misin 'annesinden helallik isteyen.'
***
GELDİK SAYILIR
Kent havasının insanı özgür kıldığı zamanlar çoktan geride kaldı. Kentlerde birer tutsağız hepimiz.
Öte yandan dağ havasının insanı ne kıldığı üzerinde düşünmeyi de bırakmışız. Düşünmeyi ve hissetmeyi... Dağlara, ovalara, köylere gitmeyi bir kentli eğlencesi olarak görüyoruz pek çoğumuz. Öğrenilmiş bir çaresizlik. Görünmez çitler.
Elbette bunun istisnaları var. İbrahim Tenekeci mesela... Eşini dostunu toplayıp kır gezmelerine götürmesiyle maruf bir şairimiz...
Tenekeci ve refikleri bir ahir zaman cemaati teşkil ediyorlar. Şehirden kaçıp dağlara çıkmak suretiyle ayin yapan bir topluluk...
Edindiğim intibaa göre doğa sporları zaviyesinden bakıldığında ancak heveskarlık düzeyinde kalabilecek bir etkinlik grubu bu. Üstelik umumiyetle pek çoğumuzun kıymetsiz ve sıradan gördüğü yerlerde dolaşıyorlar. Orada ne buluyorlar canım, diyebileceğimiz yerlerde.
Fakat, Geldik Sayılır'ı okuduğumda meselenin sandığımdan daha derin olduğunu anlıyorum. Tenekeci ve dolayısıyla okurları aslında edebiyatımızın zirvelerinde dolaşıyorlar.
Bir kısmı ilk kez bu kitapta okurla buluşan nevi şahsına münhasır gezi yazıları bunlar. Profil tarafından yayımlanmış. 50 başlık, 197 sayfa.
Kitapta Konya, İznik, Bursa gibi Anadolu şehirlerine ve İstanbul'un güzide semtlerine hasredilmiş bölümler de var elbette fakat bu kitap dağlardır, kuşlardır, ağaçlardır, çiçeklerdir bence.
Dağlarla açılıyor kitap. Meskeni dağ olan bir yazar dağlaşıyor. Bazen dağlarda kar oluyor, bazen kuytu bir mağara... Ağaçlar, çiçekler, kuşlar... Türk edebiyatında dağ, Türk siyasetinde dağ ve o dağlarda bir pusula.
İtiraf edeyim, bu dağları aşmakta, diğer sayfalara ve bölümlere geçmekte zorlanıyor insan.
***
KÖKSAL TOPTAN'LA YAPILMIŞ BİR KİTAP
Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Yayınlarını duydunuz mu bilmiyorum. Kimileri yerel sorunlarla ilgili, güzel hazırlanmış kitaplar basıyorlar. Sağ olsunlar, gazetedeki adresime gönderdikleri için bu kitaplardan haberdar olabiliyorum.
Serinin 21 numaralı eseri Zonguldaklı bir siyasetçi olan Köksal Toptan'ın hayatıyla ilgili.
Bizde hatırat yazmak çok da gerekli bir iş olarak görülmez. Böyle durumlarda boşluğu yine nadirattan olan canlı tarih çalışmaları doldurur.
Ağabey kitabı Köksal Toptan'la yapılmış bir nehir söyleşi olarak bu türün bir örneği.
Toptan, siyasetin hemen her kademesinde bulunmuş bir isim. Mahalle delegeliğinden başlayıp milletvekilliği, bakanlık, meclis başkanlığı yapmış bir politikacı. Bu yüzden söyledikleri önem arz ediyor.
Sorgulayan, köşeye sıkıştırmayı amaçlayan, ters sorular soran bir söyleşi değil bu. İlk bakışta Toptan'a icraatlarını anlatması için sağlanmış bir fırsat gibi duruyor.
Yine de Ağabey satır aralarını okumayı bilenler için Türk siyasetinin son 40 yılına dair kimi yararlı bilgiler ihtiva ediyor. Demirel'li yıllar, Özal'lı yıllar ve nihayet AK Parti iktidarı.
Ben kendi adıma Toptan'ın 15 Temmuz hakkında söylediklerini çok tuhaf bulduğumu söylemeliyim. O sırada Çeşme'deki yazlığında imiş ve 15 Temmuz sorusuna verdiği hepi topu üç paragraftan oluşan açıklamaları "Hiçbir mazeret demokrasiden vazgeçmeyi gerektirmez" şeklindeki bir sosyal medya mesajının açılımından ibaret.