Avrupa Birliği (AB) açısından 4 yıllık yeni Trump dönemi pek çok sınamayı da beraberinde getirecek. AB'nin en çok çaba sarf ettiği konuların başında ekonomik milliyetçilik ve korumacılığın ortadan kalkmasını sağlayacak bir dünya ekonomisine öncülük etmek geliyordu. Buna karşılık, Başkan Trump'ın ikinci dönemi ekonomik milliyetçilik ve korumacılığın derinlik kazanacağı bir dönem olacak. Trump'ın politikaları ile uyumlu bir işbirliği ortaya koymaması halinde, AB tarafı başta ABD'ye gerçekleştirdiği ihracat, küresel ticarette pek çok zorlukla karşı karşıya kalabilir. Avrupa Birliği'nin, bilhassa Almanya'nın dış ticaret fazlasına dayalı, genel manada dış talebe dayalı büyüme modelinin ciddi zorluklarla karşı karşıya olduğunu dikkate aldığımızda, Trump döneminde dış talebin de olumsuz yönde etkilenmesi AB açısından büyüme meselesini daha da karmaşık hale getirebilir.
9 Eylül'de açıklanan ve Draghi'nin başkanlığında hazırlanan AB'nin geleceğe dair rekabetçilik raporu, AB genelinde ciddi bir zihinsel dönüşümün gerçekleşmemesi halinde, AB'nin makro dengeler açısından daha da ağır bir sıkışma yaşayacağına işaret ediyor. AB'nin ve öncü ülkeleri olarak Almanya ve Fransa'nın yeni bir büyüme modeli konusunda, AB'de iş yapma modeline yeni bir yaklaşım, yeni bir anlayış oluşturmaları gerekmekte. Aksi taktirde, AB'nin işgücü verimliliği bu ölçüde bir gerileme gösterirken, reel sektörü bu derece detaylı ve ağır bir regülasyon ortamı iş yapmada zorlarken, bir üstüne ihracatta giderek daha fazla zorlanma riski de bu tablonun üzerine eklenirse, 'Zayıf Avrupa' imajı pek çok boyutuyla Avrupa'nın itibarını zedeleyecek. 'Zayıf Avrupa' algısı, aynı zamanda Avrupa'nın kendi içindeki siyasi çalkantıyı, aşırı sağ siyasi eğilimlerin güçlenmesi gerçeğini de derinleştirmekte. Başkan Trump'ın çevresindeki aktörlerin söz konusu aşırı sağ siyasi hareketlerle teması da cabası.
Avrupa'nın kendi güvenlik ve savunma konseptini güçlendirmesi de diğer bir kritik başlık. Başkan Trump'ın Rusya-Ukrayna Savaşı konusundaki tutumu, Ukrayna'ya desteğin devam etmesi hususunun artık tümüyle Avrupa'nın üzerine yığılacağı anlamına geliyor. Ancak, Avrupa ABD'nin desteğinin de eksileceği böyle bir konjonktürde, ne askeri ne de mali açıdan ABD'nin desteğini de telafi edecek bir performans ortaya koyamayacaktır. Bu noktada, AB-Birleşik Krallık yakınlaşmasının hız kazanması kritik bir aşama olabilir. 'Brexit' sürecinin başından beri karşısında olan taraflar, 'Brexit'ten pişmanlık duymaya başlamış olan çevreleri de yanlarına alarak, AB-Birleşik Krallık yakınlaşması için en ideal dönemin oluştuğu değerlendirmesiyle, bastırıyorlar. Başkan Trump'ın gerek AB gerekse de Birleşik Krallık ile çatışabileceği alanların sayısının artması, AB-Birleşik Krallık yakınlaşmasında tetikleyici bir unsur haline gelebilir.
AB açısından bir başka sınama başlığı ise Çin ile ilişkiler olacak. Bu noktada da, bir AB-Birleşik Krallık yakınlaşması gözlenebilir zaman içerisinde. Çin ise, Başkan Trump'ın sözlerine yönelik olarak, bu aşamada tedbir almaya çalışan bir görüntü sergilemiyor. Küresel ticaretteki konumunu daha da güçlendirecek, rekabet becerisini tahkim edecek işlere yoğunlaşmış gözüküyor. Gerek Çin, gerekse de AB açısından, iç tüketimin yetersizliği ve büyümedeki ivme kaybı ortak sorun. Trump yönetiminin Çin konusundaki baskılarını göğüsleyip, Çin'e olan bağımlılığını iyi yönetebilmek, Çin'e olan bağımlılığını azaltacak çözümleri mevcut güçlü ticari partnerleri arasından oluşturmak AB'nin bir başka kritik sınavı olacak.