Küresel ve bölgesel jeopolitik ve jeostratejik çatışmaların tüm uluslararası ekonomi-politik sistemi tarihi bir sınamadan geçirdiği bir konjonktürde, önümüzdeki 25 yıla, 50 yıla damgasını vuracak uluslararası platformlar hangileri olacak; ciddi bir tartışma sürecine de şahitlik ediyoruz. Tüm uluslararası teşkilatlar inandırıcılık, samimiyet ve güvenirlilik boyutunda ağır bir sınavdan geçiyor. Gerek E7 ülkeleri, gerekse de Küresel Güney 2. Dünya Savaşı sonrası uluslararası ekonomi-politik sistemi ayakta tutmak üzere kurulmuş uluslararası teşkilatların içinde bulundukları tablodan memnun değil. Bu nedenle, 'çok kutuplu dünya'nın güç merkezlerinin liderlik ettiği farklı uluslararası platformlar arasındaki rekabet, küresel sistemin geleceği üzerine söz söyleme mücadelesi de derinleşiyor.
İşte tam da bu noktada, birbiriyle kıyasıya rekabet edeceği anlaşılan uluslararası platformları ayrıştıracak başlığın 'ekonomik güç matriksi' olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Bir ülke veya bir grup ülkenin birlikte kurdukları bir uluslararası platformun 'ekonomik gücü'nü belirleyecek olan ekonomik güç matriksinin sacayakları 5 önemli başlıktan oluşuyor. Birinci sacayağı, ekonomik değer üretim gücü. Ülke veya ülkeler grubunun GSYH, katma değer üretme becerisi, İstihdam gücünü devam ettirebilme kabiliyeti. Küresel ticarette güçlü bir konuma sahip olma becerisi. İkinci sacayağı, birinci sacayağı ile bağlantılı olarak 'stratejik otonomi' kabiliyeti. Yani, ilgili ülke veya uluslararası platform, ekonomik değer üretim gücünü kendi milli ve yerli stratejik imkan ve kabiliyetleri ile ne ölçüde karşılayabiliyor?
Dünya en hafifinden yeni bir 'Soğuk Savaş' dönemini, daha ürkütücü bir tehdit olarak ise '3. Dünya Savaşı' tehdidini tartışırken, ülke ekonomisinin ekonomik değeri kendi imkan ve kabiliyetleri ile üretme başarısı artık her zamankinden daha değerli ve önemli. Bu nedenle, tarım-gıda, enerji, ulaştırma ve lojistik, savunma, inovasyon ve dijitalleşme alanlarında kendi teknolojisini, kendi yazılım ve donanımını üretebilen bir ülke olmak öncelikli hedef konumunda. Bu da, bizi üçüncü sacayağına taşıyor; ülkenin veya uluslararası platformun 'stratejik güvenlik' kabiliyetleri. Anlamı çok açık; ülkenin veya uluslararası platformun ekonomik üretim kabiliyetleri ve stratejik otonomi kabiliyetleri nasıl korunuyor, hangi imkan ve kabiliyetlerle korunuyor; ekonomik, ticari, siyasi ve askeri istihbarat kabiliyetleri ne kadar güçlü?
Gelelim dördüncü sacayağına; ülkenin veya uluslararası platformun küresel ve bölgesel karar alma süreçlerindeki gücü ve etkinliği. Küresel ve bölgesel meselelere yönelik tartışmalarda ve çözüm arayışlarında ülkenin veya uluslararası platformun sözü ne kadar dinleniyor; önerileri ne kadar dikkate alınıyor, sahada varlığı ne kadar talep ediliyor? Türkiye'nin bu alanda son 10 yılda büyük bir başarı ve sıçrama ortaya koyduğu ve Türkiye'nin varlığının pek çok uluslararası platforma etkinlik ve kabiliyet sağladığı artık dünyanın önde gelen ekonomilerinin tümünün farkında olduğu bir gerçek. Bu nedenle, uluslararası siyaset ve diplomaside 'insani ve girişimci' becerileri ortaya koymak, ülkeler arası ilişkilerde ve aynı uluslararası platform içerisinde 'kazan-kazan' ilkesini önceliklendirmek her zamankinden daha önemli. Beşinci ve son sacayağı ise çok konuşulmuyor; 'insani değerleri' koruma ve güçlendirme becerisi. Göreceksiniz, önümüzdeki 5-10 yılda, rekabet içindeki uluslararası platformları birbirinden ayrıştıran esas başlık bu olacak.