2. Dünya Savaşı sonrası dönem, milyonlarca insanın yaşamını yitirdiği, dünyanın pek çok noktasında yerleşim alanlarının yok olduğu bir vahşet tablosu sonrasında, devletlerin ve toplumların bu dehşet verici ortamdan ders çıkardıkları bir dönemi temsil eder. Öyle ki, savaşın kazanan taraflarının dahi, 'güçlü' olsalar da, 'tefekkür' ettikleri, iki dünya savaşının çıkışında ülkelerin 'kibirli' ve 'saldırgan' tutumunun ne kadar ağır bir insanlık trajedisine sebep olduğunun idrak edildiği bir dönemdir. Sadece 'tefekkür' değil, 'tevekkül'ün de elden bırakılmadığı bir dönemdir. Dünyanın kalkınmaya, yerleşim bölgelerini yeniden ayağa kaldırmaya, vahşet tablosunun izlerini silmeye çaba sarf ettiği bir dönemdir.
Bu nedenle, 1990'lı yılların başlarında Soğuk Savaş da sona erdiğinde, 'iki kutuplu' bir dünyanın gerginliklerinin geride bırakılmasıyla, kalkınma, ekonomik ve ticari işbirliğinin yanı sıra, ülkelerin birbirlerine yatırım yapma iştahının canlandığı, uluslararası sermaye hareketlerinin yoğunluk kazandığı bir dönem de hız kazanır. 1954 ile 1980 arası, 26 yılda Türkiye'ye gelen doğrudan yabancı sermaye yatırımı 100 milyon dolarlar düzeyindeyken, 1980 ile 2006 arası, bir sonraki 26 yılda gelen doğrudan yabancı sermaye yatırımı 54 milyar dolar düzeyindedir. Keza, 1980'de ülkeler arası doğrudan yabancı sermaye yatırımı hacmi sadece 250 milyar dolar düzeyindeyken, 2006-2008 döneminde 3 trilyon dolara dahi ulaştığına şahit olduk.
Ancak, aynı rakam 2023 sonunda 1,3 trilyon dolara gerilemiş durumda. Çünkü, 1950 ile 1990 arası, 'güçlü' olan ekonomilerin dahi 'tefekkür' ettiği, 'tevekkülü' elden bırakmadığı, empatinin, yani ülkelerin ve toplumların birbirlerini anlamaya gayret ettikleri bir tablodan, 2000'li yıllarla birlikte yeni bir 'kibirli', 'kimsenin kimseyi dinlemediği' bir dönemin içinde bulduk kendimizi. Daha da tehlikeli bir tablo olarak, kendini eskisi kadar 'güçlü' hissetmeyen ülkelerde de 'aşırı sağ' eğilimlerin güçlendiği zorlu bir döneme geçmiş durumdayız. 'Hem suçlu, hem güçlü', hem de 'kibir'den oluşmuş bu yeni tutumun ülkeler arası siyasi ve diplomatik ilişkilere olumsuz yansıdığı, yakın döneme kadar dünya ekonomisinde hakimiyeti olan ülkelerin siyasi figürlerinin, şimdilerde kendi ülkelerindeki 'aşırı sağ' eğilimleri bizzat kendilerinin kışkırttığı zorlu ve tehlikeli bir dönemin içindeyiz.
Bu 'kibirli' tutum, Atlantik ile Asya-Pasifik arasındaki ilişkileri de, E7 ile G7 ülkeleri arasında dünyayı tehdit eden gelişmelere ortak ve kalıcı çözümler üretme zeminini de zehirliyor, adeta yok ediyor. Önde gelen ülkelerin aklı selim uzmanları, bir grup ülkenin içine sürüklendikleri bu 'kibirli' tutumun, 'hem suçlu, hem güçlü' tavrın küresel ekonomik ve ticari ilişkileri de baltaladığını ifade etmekteler. Bu nedenle, 'kibirli' tutum içerisinde giderek daha fazla debelenen söz konusu ülkeler, aynı zamanda uluslararası yatırımlara da daha az konu olmakta. 'Aşırı sağ' eğilimlerin ve yabancı düşmanlığının son 10 yılda katlandığı ülkeler, bu tutumları ile giderek daha yoğun bir şekilde 'yenilikçi' olma özelliklerini kaybediyorlar. Bu nedenle, Asya-Pasifik'in teknoloji alanında büyük sıçramalar gerçekleştirmesi şaşırtıcı olmamalı.
Tüm küresel ekonomik aktörler, son 40 yılda 'güvenilir liman' olma özelliğini defalarca kanıtlamış, son 20 yılda gerçek manada bir küresel üretim, ihracat ve lojistik üssü haline gelmiş Türkiye gibi ülkeleri aramaktalar. Bu nedenle, Türkiye'nin genlerinden gelen kapsayıcı ve kucaklayıcı özelliklerini, yenilikçi başarıları ve güçlü teknoloji hamleleri ile harmanlamayı sürdürmesi, Küresel Kuzey ile Küresel Güney arasındaki köprü rolümüzü daha da perçinleyecek.