Son Avrupa Parlamentosu seçimlerinin yankıları devam ederken, Fransa'daki erken seçim kararının sonuçları merakla beklenirken, kimi istifa eden hükümetlerin ve aşırı sağ siyasetin Avrupa'nın geleceğine etkileri tartışılırken, bir çok ekonomist mevcut siyasi tablonun ekonomik gerekçelerini de sorgulamaya başladı. Avrupa'nın genelinde yaşam standartlarındaki zorluklar, satın alma gücündeki erime, önde gelen şehirlerdeki hayat pahalılığı ve bilhassa KOBİ'lerin keyifsizliği masaya yatırılmış durumda. Önde gelen ekonomistler Avrupa siyasetindeki mevcut tabloyu tekrar merkeze çekecek iyileşmenin nasıl gerçekleşebileceğini irdelediklerinde, öncelikle Avrupa'nın 'rekabetçilik' becerilerindeki erimeyi irdeliyorlar.
Avrupa'nın rekabetçilik becerilerindeki kırılmanın üç sacayağı öne çıkıyor. Birincisi, toplam faktör verimliliği, bilhassa işgücü verimliliğindeki ciddi sorunlar. İkinci önemli başlık, bir ölçüde birinci başlıkla da bağlantılı olarak, aşırı sert emek piyasası koşulları. Üçüncü önemli başlık ise, AB'nin kendi içerisinde aşırı ticaret (intraregional trade) yapıyor olması. Son 20 yıl, ister IMF, ister Dünya Bankası, ister OECD, pek çok uluslararası ekonomi teşkilatın raporlarındaki karşılaştırmalı grafiklerde Avrupa'nın artan bir tempoda, ABD ve yükselen Asya ekonomilerine karşı ciddi bir işgücü ve toplam faktör verimliliği sorunu yaşadığını gözlemliyoruz. Bu tablo Avrupa'yı küresel rekabet boyutunda pahalı bir ihracatçıya dönüştürüyor. Üstüne, Avrupa'nın ağırlıklı olarak birbiriyle ticaret yapmasını ekleyin. Birbirleriyle ticaret oranı 1989'da yüzde 58 iken, bugün yüzde 75.
Ticarette içine kapanmış bir Avrupa küresel rekabetin değişen koşullarına adaptasyonda da her geçen gün daha fazla zorlanıyor. İşgücü verimliliğinin bu derece düşük olmasının en kritik noktası ise Avrupa'da emek piyasasının esnek olmaması. Kendi tercihi ile işten ayrılana dahi tazminat ödenen bir emek piyasasında çalışma saatleri, çalışma koşulları ile ilgili standartlar o kadar sert ki, Avrupa firmaları rekabetçilik becerilerini yükseltebilecek farklı üretim modelleri konusunda adeta çözümsüz bir noktadalar. İfade ettiğimiz husus elbette 'modern kölelik' değil. Farklı avantajlarla, çalışanlarına farklı çalışma saatleri önermekte dahi Avrupalı firmaların hareket alanı son derece sınırlı. Bu noktada, 'yaşlanan nüfus' sendromu da hızlandığından, emeklilik yaşını ileriye öteleyen düzenlemeler de yoğun toplumsal tartışmalara ve yaşı ilerlemiş kesimde motivasyon azalmasına, çalışma isteksizliğine sebep oluyor.
Avrupa için sorun sadece 'yaşlanan nüfus' da değil. Avrupa'nın rekabetçiliği ve verimliliği açısından bir diğer önemli sorun 'yaşlanan altyapı'. Bu nedenle, bilhassa ulaşım, enerji altyapısı olmak üzere, stratejik alanlarda önemli bir altyapı hamlesi gerekmekte. Ancak, Avrupa'yı derinden etkileyen bir başka toplumsal sorun ise, yaşlanan nüfus ile birlikte derinleşen 'yaşlanan zihniyet'. Avrupa'nın yaşlı nüfusunun kültürel, hatta dini alanda artan tutuculuğu, bir tarafta 'yabancı ve mülteci düşmanlığı'nı, bir tarafta İslam karşıtlığını, diğer tarafta farklı dünya kültürlerine karşı uzaklaşılan bir tutumu da derinleştirmekte. Bu nedenle, son Avrupa seçimlerinin ortaya koyduğu siyasi, ekonomik, mali ve toplumsal tablo önümüzdeki dönemde daha da yoğun bir şekilde masaya yatırılacak.