Bretton Woods, Washington Konsensüsü, Plaza Anlaşması derken, 80 yılda 'ABD Doları' bazlı bir dünya ekonomisi kör, topal bu noktaya kadar geldi. 80 yıl boyunca tüm uluslararası ekonomik sistemin doları en 'itibarlı rezerv para', en geniş kapsamlı kabul görmüş ödeme aracı olarak benimsemesinin iki temel kuralı vardı. Birincisi ABD'nin asla doları ve dolar bazlı uluslararası ödeme sistemini bir 'silah' olarak kullanmaması. İkincisi ABD'nin doların değerini korumak için, arada yalpaladığı dönemler olmuşsa da, 'mali disiplin' konusunda gereken özeni göstermesi. Son 10 yıl, ama bilhassa son 5 yıl ABD yönetimi bu iki temel kuralı bütünüyle bir kenara bırakmış durumda.
Birleşmiş Milletler çatısı altında ülkelerin ortak katılımı, konsensüsü ile alınmamış ekonomik ve siyasi yaptırım kararlarını ABD yönetimi tehditle uygulattırmaya çalışıyor ve kendi para birimi doları ve dolar cinsinden uluslararası ödeme sistemini de artan bir tempoda 'silah' olarak kullanıyor. Başta, Avrupa Birliği'nin ortak para birimi euro, dolara alternatif bir yeni rezerv para ortaya çıkmamış olmasına rağmen, dünya merkez bankaları rezervlerinde doları tutma oranı belirli bir tempoyla azaltmayı sürdürmekteler. 2000'li yılların öncesinden başlayarak, 2000'li yılların başlarında dünya merkez bankalarının rezervlerinde ABD Dolarının payı yüzde 71-73 düzeyinde idi.
Soğuk Savaş'tan galip çıkmış ABD'nin para birimi en makbul rezerv para konumundaydı. Ancak, 20 yıllık bir dönemin sonunda, ABD Dolarının bugün aynı merkez bankaları rezervlerinde yüzde 58'lere kadar pay kaybı yaşadığını, parite ve faiz hadleri etkisi de hesaba katıldığında, payının yüzde 55'e kadar gerilediğini görüyoruz. Peki, ABD Dolarındaki pay kaybı Japon Yeni, İngiliz Sterlini ve Euroya mı yaradı? İlginçtir, hayır. Avustralya Doları, Kanada Doları, Çin Renminbisi (Yuan), Güney Kore Wonu, Singapur Doları ve İskandinav para birimlerinin ağırlığının arttığı gözleniyor. Bunun yanı sıra, pek çok yükselen gelişmekte olan ülkenin kendi aralarında 'yerel para birimleri' ile finansal işlem ve ticaret yapmak üzere swap anlaşması gerçekleştirdiğine de şahit oluyoruz.
ABD yönetiminin sebep olduğu ikinci sorun ise Trump döneminden Biden dönemine değişmeyen bir ekonomik tavır olarak 'mali savurganlık'. ABD yönetimi bütçe disiplini ve kamu borçlanmasında ürkütücü bir 'savurganlık' dönemine geçmiş durumda. Uluslararası Para Fonu (IMF) Birinci Başkan Yardımcısı ve baş ekonomisti Gita Gopinath, ABD'ye hem artan mali yükünü azaltması için, hem de harcamaları dizginlemek ve vergileri artırmak için çağrıda bulundu. IMF'e göre ABD'nin büyüme performansı esasen bunu sağlayabilecek bir alan oluşturuyor. Ancak, ABD bu hareket alanını ısrarla kullanmıyor. ABD Kongresi Bütçe Ofisi, 2029 yılında ülkede borcun GSYH'ya oranının İkinci Dünya Savaşı dönemindeki en yüksek seviyenin üzerine çıkmasını beklediğine işaret ederken, Donald Trump, yeniden seçilmesi halinde 2017 vergi indirimlerini kalıcı hale getirmeye söz vermiş durumda.
Bunun anlamı, yüksek gelir grubundan daha az vergi alacağını belirten Trump'ın ABD'nin bütçe açığını büyütecek ve ABD hazine borçlanmasını katlayacak bir politikayı şimdiden anons etmiş olması. Joe Biden'ın yüksek harcamayı frenleyememesi ise, federal bütçe açıklarının tahmin edilenden daha da fazla artabileceği endişelerini gündeme getiriyor ve doların değerini daha da riske sokuyor. Mali savurganlığın boyutları iyice kontrolden çıkarsa, doların geleceği daha da zora girebilir.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz
Kerem Alkin | ABD'nin 'mali savurganlığı' endişe verici