Birleşmiş Milletler Malum, bitirdiğimiz hafta Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'nın yıllardır ortaklaşa yürüttükleri yıllık toplantıların 'bahar dönemi' ayağının Washington'da gerçekleştirildiği haftaydı. Doğal olarak, uluslararası ekonomi ve finans çevrelerinin gözü ve kulağı IMF ve Dünya Bankası üst düzey yetkililerinden gelecek açıklamalara ve yayınlanan raporlardaki detaylara odaklanmış durumda. Bu nedenle, IMF'in 'kıyamet döngüsü' uyarası doğal olarak hayli ilgi çekti. Bu ifadeden kast edilen, olası bir küresel bankacılık krizi ile birlikte, küresel ölçekte bir kamu borcu krizinin de birlikte yaşanması anlamına geliyor. Çünkü, başta ABD, kim önde gelen AB ülkeleri, Birleşik Krallık, Brezilya, hatta Çin'in dahi, bilhassa kamu borcunun milli gelire oranında, önümüzdeki 5 yıl, katlanan bir 'sarmal'a girebileceklerine dair endişeler daha sık dillendirilmekte.
Bu nedenle, ABD Merkez Bankası (FED) ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) gibi önde gelen merkez bankalarının, bilhassa 'çekirdek enflasyon'daki yapışkanlığı bertaraf etmek adına, para politikasını sıkılaştırmayı sürdürmeleri, bu nedenle para politikası faiz hadlerini yükseltmeleri, IMF'in işaret ettiği 'kıyamet döngüsü'nü tetikleyebilecek bir süreci de gündeme getirebilir. Çünkü, 'Kovid-19' küresel virüs salgını ve Rusya-Ukrayna Savaşı, iki 'siyah kuğu' zaten küresel tedarik zincirinde bir sürü sıkıntıyı ve kırılmayı tetiklemiş iken, dünyanın önde gelen ekonomileri 'üretim', 'üretkenlik' ve 'verimlilik' başlıklarında sıkıntılar ile boğuşurken, para politikası patikasının daha da sıkılaştırılması, resesyon riskini, vergi gelirlerinde azalmayı, bütçe açığında büyümeyi ve daha fazla kamu borçlanmasını da beraberinde tetikleyecek.
Bunun yanı sıra, para politikası faiz hadlerindeki artış tasarrufların maliyetini de, kredi maliyetlerini de yükseltecek. Dünyanın önde gelen ekonomilerinin çoğunda, bankacılık sisteminde, bilançoların aktif-pasif dengesi, mevduat-kredi maliyetlerinde artan sıkıntılar, bir çok bankanın mali durumunu olumsuz yönde etkileyerek, bankacılık krizinin derinleşmesine de sebep olabilir. Bankacılık krizinin derinleşmesi ise, artan kamu borcu ihtiyacının karşılanmasında en önemli devlet tahvili alıcısı olan bankaların tahvil yatırımı iştahını olumsuz yönde etkileyecektir. Bu durum, önde gelen kimi ülkelerin artan kamu mali dengesizliği ve kamu borcu ihtiyacını zora sokacaktır. IMF, işte bu iki birbirini tetikleyecek temel riske, bu tür bir 'kıyamet döngüsü' riskine işaret ediyor. İşin kötüsü, iklim krizine yönelik olarak da gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerin 'temiz enerji dönüşümü'nün finansmanına da ihtiyaçları had safhada.
Bu nedenle, borçlanma piyasalarında sıkışma, Birleşmiş Milletler'in (BM) sürdürülebilir kalkınma amaçlarını da (SDG), iklim krizine yönelik 'temiz ve yenilenebilir enerji dönüşümü' hamlelerini zora sokacak. Türkiye ise, son 20-22 yılda kamu mali disiplininde ortaya koyduğu kalıcı başarı ile, kamu borcunun milli gelire oranında G20 ve OECD üyesi ülkeler arasında en iyi orana sahip ülkeler arasında ve bu nedenle, mali disiplin başarısını sürdürmesi kritik önemde. Asrın felaketi olan depremler sonrasında, 11 ilimizin yeniden yapılandırılması ve yaraların sarılmasında da bu avantajımızı, yeni akıllı, yeşil ve temiz enerjiye odaklı şehirler inşa etmek için etkin kullanmalıyız. 2023-2028 arası küresel kamu borcunun küresel GSYH'ya oranının yüzde 100 ve üstünde seyretmesi riski ortada iken, IMF ve Dünya Bankası'nın riskleri tespit etmekten çok, riskleri bertaraf etmeye yönelik daha somut çözümlere de işaret etmeleri yerinde olacak.