'Ekonominin güvenliği' kavramı bu ara Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) çatısı altında sıklıkla telaffuz edilen bir kavram. Söz konusu kavram birkaç boyutu ile ekonomik hayata, ticari hayata ve günlük hayata dokunuyor. Ekonomik hayata dokunan yönü fiyat istikrarı, satın alma gücü, üretim ve katma değerde sürdürülebilirlik, istihdamın korunması, gıda ve enerji arz güvenliği olarak tanımlanabilir. Ticari hayata dokunan boyutu ise ulusal, bölgesel ve küresel ölçekte ulaştırma ve lojistik ağının güvenliğinin de ötesinde, tedarik zincirinde sürdürülebilirlik olarak özetlenebilir. Günlük hayata veya sosyal yaşama dokunan boyutu ise, gelir dağılımı adaleti, kadın ile erkek arasında ekonomik alanda cinsiyet ve fırsat eşitliği, çalışan hakları olarak tanımlanabilir.
Tüm bu kavramlar ve tanımlar üzerinden dünya ekonomisini kavradığımızda, küresel virüs salgını ile Rusya-Ukrayna Savaşı ne yazık ki kalıcı sonuçları da olan bir sürü tahribata sebep oldu. Bu nedenle, 'küresel enflasyonla mücadele', küresel gıda ve enerji arz tehdidi ile birlikte mücadele, iki 'siyah kuğu' salgın ve savaşın sebep olduğu sosyal tahribat, artan küresel yoksulluk ve işsizlik, uluslararası teşkilatların çatısı altında ülkelerin birlikte mücadele ederek ancak kalıcı çözümler oluşturabilecekleri derin meselelere dönüştüler. Bununla birlikte, küresel enflasyonla mücadelenin başarılı olabilmesi, gıda ve enerji arz güvenliğinde sürdürülebilir çözümleri hayata geçirmekten, bu sayede gıda ve enerji fiyatlarının kalıcı olarak normalleşmesinden geçiyor. Ancak, süreç bununla da sınırlı değil elbette.
Aynı zamanda, küresel tedarik zinciri boyutunda da aksaklık ve engellerin bertaraf edilmesi suretiyle, ülkelerin üretim adına her türlü hammadde ve ara mamule, girdiye rahatça ulaşabilmesinden de geçiyor. Küresel virüs salgını ve Rusya-Ukrayna Savaşı, gıdadan enerjiye, madencilikten metal endüstrisine, ulaştırmadan lojistiğe, otomotivden ilaç endüstrisine, pek çok sektörde küresel tedarik zincirinde var olan, ancak görmemezlikten gelinen tüm zafiyetleri ortaya çıkardı. Küresel ölçekte 'ekonominin güvenliği'nin ne kadar kırılgan bir zeminde durduğunu gösterdi. Bu nedenle, bilhassa bölgesel ve küresel ölçekte öteden beri ekonomik ve siyasi işbirliğini derinleştirmiş olan ülkeler, 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde müttefiklik ilişkisini derinleştirmiş olan ülkeler, bugünlerde 'ekonominin güvenliği' için de ortak hareket etme çabalarını yoğunlaştırmış durumdalar.
'Ekonominin güvenliği' kavramına yukarıda dile getirdiğimiz başlıkların yanı sıra, 'temiz enerji dönüşümü' ile 'dijital dönüşüm' kavramları da eklenmiş durumda. Çünkü, iklim değişikliği, yeryüzünün, kara toprağının ve okyanusların ısınması, tüm bu olumsuz değişimin sebep olduğu büyük doğal afetler de 'ekonominin güvenliği'ni tehdit ediyor. Bu nedenle, bugün artık 'iklim krizi' olarak konuşulan tehdide karşı, ülkelerin 'temiz enerji dönüşümü'nü ve 'dijital dönüşüm'ü hızlandıracak bir küresel işbirliği arayışlarını hızlandırmaları da şaşırtıcı olmamalı. 8 Mart, 15 Mart ve 22 Mart'ta kaleme aldığım yazılarda, her iki 'dönüşüm' için de madencilik, metal endüstrisi, nadir madenler, metaller ve toprak elementleri için küresel işbirliğinin şart olduğunu dile getirmiştim.
Bu nedenle, önümüzdeki dönemde öteden beri müttefiklik ilişkileri güçlü olan ülkelerin, aralarında 'enerji' dönüşümü ve 'dijital' dönüşümü hızlandıracak teknoloji işbirliği içerisinde olmaları şaşırtıcı olmayacak. Bu alanlarda küresel işbirliğini hızlandıracak yeni ittifakların, yeni platformların kurulduğuna da şahit olabiliriz. Türkiye ise, 3 kritik kıta Avrupa, Asya ve Afrika'yla bu kritik alanlarda yakın işbirliğini geliştirerek, 3 kıtanın da tedarik zincirine yönelik beklentilerini karşılayacak ender ülkelerden birisi. Bu nedenle, yeni işbirliklerinde aktif rol almamız, Avrasya'daki 'oyun kurucu' rolümüzü daha da perçinleyecek.