'Kovid-19' küresel virüs salgını dünya ekonomi-politik tarihine adını 'Siyah Kuğu' (Black Swan) olarak yazdırdı. 'Siyah Kuğu' küresel ekonomipolitikte, gerçekleşmesi hayli düşük bir risk başlığı iken, gerçekleşmesiyle birlikte dünya ekonomisi ve küresel siyasette geri dönülemez köklü değişiklikleri sebep olan bir olay ve süreç anlamına geliyor. 11 Eylül'de ABD'nin maruz kaldığı terör saldırısı gibi. 1989'un son günlerinde, bir anda 'Berlin Duvarı'nın yıkılması gibi. 'Kovid-19' küresel virüs salgını da bir 'Siyah Kuğu'. 2019'da küresel risk sıralamasında küresel virüs salgınları ve bulaşıcı hastalıklar riski dünyanın önde gelen şirketleri tarafından 8. sırada tarif edilen bir riskti.
Doğal olarak 2020'de bir anda birinciliğe oturdu. Oysa, son 10 yıl içerisinde, sinema ve dizi endüstrisinde küresel virüs salgınları kurgu senaryoların baş tacıydı. Ama, kimse ihtimal vermiyordu. 2020'de küresel pandemi tüm dünyayı derinden sarsınca, işin rengi değişti. 'Kovid-19'un siyah kuğu olmasının nedeni sadece beklenmedik bir anda tüm dünyayı etkisi altına almasıyla sınırlı değil. Esas, küresel pandeminin bir anda her şeyi, günlük hayatımızı, iş hayatımızı, dünya ekonomisini ve küresel ticareti kökten değiştirdi. 'Siyah Kuğu' olarak yaşam tarzımız ile, tüketicilerin öncelik ve beklentilerini kökten değiştirdi. Konut endüstrisiyle ilgili beklentilerden otomotive, ulaşım endüstrisinden çalışma metotlarına yeni yaklaşımları gündeme getirdi.
Küresel pandemi, küresel ekonomipolitik açısından 21. Yüzyıl'ın 3 megatrendi olan 'hipersonik dijitalleşme', 'mobilite' ve 'sürdürülebilirlik' kavramlarıyla ilgili süreçleri de hızlandırdı. Bu nedenle, artık her gün 'enerji dönüşümü'nü, 'dijital dönüşüm'ü, 'yeşil dönüşüm'ü ve 'bilgi dönüşümü'nü konuşuyoruz. Ve, tüm bu süreçlerin en tepe noktasında 'küresel iklim değişikliği' ve 'iklim krizi', iklim güvenliği' başlıkları yer almakta. Öyle ki, küresel iklim değişikliği artık uluslararası ekonomi-politikte 'Yeşil Kuğu' olarak adlandırılıyor. Çünkü 'iklim krizi' ve 'iklim güvenliği' tüm dünyayı kökten etkileyecek gelişmelerin habercisi olarak, hızla hayatımızın her bir anını değiştirecek. Türkiye de, küresel iklim değişikliği, iklim krizi ve iklim güvenliğine yönelik bu hızlı gelişmeleri dikkatle takip eden bir ülke olarak, 'Paris Antlaşması'nın bir parçası oldu ve 2053'ü 'net sıfır karbon' hedefi olarak açıkladı.
Küresel iklim krizi ve küresel iklim güvenliği, önümüzdeki dönemin en kritik önemde başlıkları olarak, enerji sektöründe, ulaştırma sektöründe, imalat sanayinde, konut sektöründe, tarım sektöründe yepyeni yaklaşımları önceliklendirecek. Küresel iklim krizi, aynı zamanda 'iklim mülteciliği'ne yönelik yeni riskleri de tetikleyebilir. Kuzey Kutbu'nun da ötesinde, 4 bin metre derinliğe sahip buzullarıyla Antartika'nın erimesi, okyanus ve deniz su seviyesini 70 metreye kadar yükseltme riski taşıyor. Dünya kara toprağının yüzde 20'den fazlasının sular altında kalması, telafisi neredeyse imkansız felaketleri tetikleyebilir. Bu nedenle, küresel iklim değişikliği, iklim krizi ve iklim güvenliği kavramlarını tam manasıyla ciddiye alıp, ülke bazında ve küresel bazda ciddi bir hazırlığa yoğunlaşmamız gerekmekte.