İstanbul Film Festivali (İFF) başladı.
Bu cümle bana 19. yüzyıl sonu veya 20. yüzyıl başı yazarlarının 'bahar geldi' diye başlayan cümlelerini çağrıştırıyor, anımsatıyor.
Gerçekten de bahar bana göre İstanbul'a film festivalinin başlamasıyla geliyor.
***
Bu iş yıllardır böyle.
Eskiden, daha
1980'lerde bu iş ilk defa '
Sinema Günleri' adıyla başladığında da çok heyecanlanmıştım.
Ve itiraf edeyim ki, o '
sinema günleri' adını çok sevmiştim. Hâlâ da sımsıcak içimdedir.
Ankara'dan kaçar gelir,
Nihal'le
Ülker'in
Yedikule'deki küçük ama çok güzel, çok sıcak evlerinde gençliğimizin hülyalarını sinemanın hülyalarıyla birbirine karıştırırdık.
Sonra iş büyüdü, güzel '
Sinema Günleri' adı
Film Festivali'ne dönüştü, biz yaşlandık, hayat bambaşka mecralarda aktı gitti.
35 yıl sonra bir yeni festival açılışında bunları düşünüyordum.
***
İFF,
İstanbul için de
Türkiye için de büyük bir kazanç. Bugünkü dünyada
uluslar, ülkeler ve yönetimler bütün politik gerilimlerine, zıtlaşmalarına ve çatışmalarına mukabil birbirleriyle
sanat ve kültür üstünden ilişki kuruyor.
Kültür alanında yaşananlar en ciddi siyasal sorunlar kadar önemli.
Sinema siyasetten önemlidir. Çünkü
iyi sinema daima
iyi siyasettir. Ne anlatırsa anlatsın bu böyledir!
Sinema bu ilişki alanlarının en önde gelenlerinden. Bir yüz yıldır sinema insanları diğer bütün sanat etkinliklerinden daha fazla birbirine bağlıyor.
Türkiye bakımından da bu böyle.
Yeni Türk Sineması diye bir kavram var artık. Doğrusu bu '
yeni sinema' birkaç kez değişti, içeriğini birkaç kez değiştirdi.
Ama
2000'lerden, 2000'lerin ortasından bugüne devam eden damarıyla bu sinema
Türkiye'yi en önemli, etkili zeminlerde temsil etti. O ödülleri sinemacılarımız kadar Türkiye de kazandı.
***
Sinema bir
endüstri. Çok büyük bir endüstri. Bu gerçeği ilk kavrayan
ABD'dir.
Bir
Avrupa sanatı olarak doğsa da sinema
kitle kültürü aracı olarak
Amerika'da şekillenmiştir. Amerika'yı
Beyaz Saray kadar
Hollywood'un yönettiği çok söylenmiştir.
Unutmayalım ki,
ABD Başkanı, eski ve sıradan bir oyuncu olan
Reagan, seçilmeden önce Hollywood'da
Sinema İşverenleri Sendikası Başkanı idi. O derecede önemlidir sinema.
Türkiye bu gerçeği hiçbir zaman
kavramadı.
Kendi yağıyla kavrulan bir dünya oldu
Yeşilçam. Zamanla da aşındı gitti. Nasıl
Hollywood'un '
kitle kültürü' anlayışına karşı '
bağımsız sinema' çıktıysa Türkiye'de de bugün kendi çabasıyla sinema yapmaya çalışanlar var. Bu '
yeni sinema' özünde '
bağımsız sinema'dır. Doğrudur,
Kültür Bakanlığı sinemaya bir katkı sunmaya gayret eder. Ama bu ne yeterlidir ne de işlevsel.
***
Sinema
değişiyor bugün.
Yeni teknolojilerin devreye girmesiyle bildiğimiz sinemanın
anlayışı ve anlatımı da değişiyor. Özellikle
'
literer' yani '
edebi/ anlatımcı' sinema
artık çok geriledi. Buna rağmen
Hollywood bildiğini okumakta direniyor. Bir
kitle kültürü üreticisi olarak kendi sinemasını dünyanın
geri kalan kısmına dayatıyor. Ama
sinema seyircisi ve salonu gitgide azalıyor.
İFF gibi festivallerin bir önemi de burada.
O
ana akım sinemadan örnekler göstermekle birlikte daha çok
bağımsız sinemanın sivrilmiş yapıtlarını sunuyor izleyicilere. Zaten büsbütün azalmış salonlarda
asla yer bulamayacak filmler buralarda gösterilebiliyor.
İzleyici de
yeni dünyalar keşfediyor.
Sinema en çok budur: insana tutulmuş bir kameradır sinema.
İstanbul'da baharın önce sokaklara mı yoksa sinemalara mı geldiğinden emin değilim ama...
Çok yaşasın İFF!...