İtirafsa itiraf: yazarken beklemiyordum! Ama ardından gelen tepkiler, çarşamba günkü yazımın zülfü yare dokunduğunu kanıtladı. Sadece Türkiye'de değil dünyada da Marksist terminolojinin, perspektifin ve bilincin hâlâ işlevsel olduğunu, olabileceğini belirtmiştim. Bu bakış açısı, bu kavram birikimi bugünkü Türkiye'yi ve dünyayı anlamakta ve eleştirmekte kullanılabilir demiştim. Bir de, Marksizm dışında kapitalizmi hâlâ radikal ve sistemli şekilde eleştiren başka bir ideolojinin olmadığını kaydetmiştim. Değişmez cümlemi de yazmıştım: Türkiye'de böyle bir muhalefet yok, keşke gerçek bir sosyal demokrasi olsaydı.
***
Bizim Türkiye dışına çıkarak, kavramları
soyut düzeyde ele alıp irdeleyen bir alışkanlığımız yok. Her şeyi
Türkiye ve günlük gerçek düzleminde görmek, tartışmak istiyoruz. Yazdıklarıma gelen eleştiriler de meseleyi buradan tutup okuma eğilimindeydi. Peki, ben de o açıdan yaklaşayım konuya. Üstelik şimdi tartışılan '
başkanlık sistemi' bağlamında ele alayım.
***
Başkanlık konusunda '
asimetrik' bir çatışma sürüyor. İktidar (partisi) başkanlığı istiyor. Niçin istediğini yeteri kadar açıklıkla
anlatmasa bile arkasındaki
çoğunluğu kullanıyor ve ortaya '
yenilik', ona bağlı olarak da '
dönüşüm' bağlamında bir momentum koyuyor. Türkiye'de
Tanzimat'tan beri bu çizgiyi (
yenilik-değişim-dönüşüm) sürdürmüş tüm siyasetler
kazanmıştır. Bunun karşısında yer alan politikalar haklı da olsa, doğru da olsa, makul de olsa
kaybetmiştir. Bu durumu açıklayacak bir sürü neden sayılabilir. Ama gerçek değişmez budur.
Koca bir muhalefet bloğunun bütün söylediklerinin
yanlış, eksik, yetersiz olduğunu düşünmek olanaksız. Belli bir ölçekte bakıldığında söyledikleri içinde elbette
doğrular da mevcuttur. Fakat bunlar
kitleleri harekete geçirmeye yetmiyor. İktidar karşısında güçlü, verimli, işlevli bir muhalefet '
momentumu' oluşturmaya yetmiyor.
***
Ülke açısından bu
hazin bir durumdur. Fakat nedenleri vardır. O neden geçenlerde gözüme çarpan bir CHP açıklamasında gizlidir. CHP, '
kurucu değerlere dönelim' diyor. Burada üst üste çakışan iki önemli sorun var. Birincisi, '
kurucu değerler' nedir?
Evet, gerçekten nedir kurucu değerler?
Sorunun yanıtı, CHP'nin de bilinç dışındaki yanıtı,
Altı Ok'tur. Peki, bugün o Altı Ok'un, tarihsel derinliği, tarihsel platformdaki anlamı dışında bizatihi Altı Ok olarak, daha fazla savunulacak bir anlamı var mı? Teker teker hepsi kendisine göre anlamları olan bu kavramlardan bugün hiçbiri münhasıran
kitleleri arkasında toplamaz. Hele '
milliyetçilik' gibi, '
devletçilik', '
halkçılık', '
inkılapçılık' gibi ilkelerin bugün Altı Ok ve CHP bağlamında işlevi büsbütün devre dışı kalmıştır.
Bu tartışmayı 25 yıldır yapıyorum.
İkincisi ve daha vahimi '
kurucu değerler' gibi bir kavram kullanıldığında bu kitlelerin nezdinde, bilincinde
geçmiş, eski, aşılmış bir dönemi özlemek, ona
çağrı çıkarmak gibi bir anlam kazanıyor. Bugünkü dinamikler içinde kim bunu kabul eder?
***
O zaman gerçek şu: Türkiye'de CHP belli bir
sistemin, adını açıkça yazalım,
bürokratik oligarşinin partisiydi. Evet, '
tarihsel ilerici' konumunda önemli oluşumlar gerçekleştirdi, önemli kavramlar geliştirdi. Ama statüko felç olunca,
ordu- bürokrasi etkinliği, bugünkü kadarıyla bile ortadan kalkınca, o travmayı atlatıp yeni bir
söylem, bilinç, model geliştiremiyor. Eskiyi savunmakla yetiniyor.
Muhalefet krizi budur, Türkiye'de.
Lenin, yeni yapı eski yapının taşlarıyla yapılacak diyordu. Bu, eski yapının yıkılması, sökülmesi anlamına gelir. O olmadan aşılamaz, muhalefet krizi!
Keşke böyle olmasaydı...