Türkiye'de son zamanlarda cereyan eden siyaset tartışmalarını kıyısından köşesinden izliyorum. Hepsine bakacak halim yok. Hele televizyon tartışmaları hiç ilgim dairesinde değil. O programları izleyenlere kolaylıklar değil de, iyi eğlenceler dilerim.
Bir ülkenin bunca önemli meselesi tartışılırken nasıl böyle bir anlayış, yöntem ve uygulama içinde bulunur televizyonlar aklım almıyor.
Ama ne yapalım, burası herkesin her konuda bildiği gibi konuştuğu bir ülke.
***
Asıl başka bir noktaya,
siyasal muhalefete geleceğim.
Bazı çevrelerden
muhalefet hakkında yazılan yazılara gelen eleştirileri biliyorum.
Muhalefeti eleştirmenin, iktidar dururken, anlamlı olmadığı vurgulanıyor.
Önce onlara bir cevap vereyim ve muhalefeti eleştirmenin kipleri olduğunu belirteyim. Muhalefeti, en azından kendi payıma,
siyasallaşamadığı,
siyasal etkinlik gösteremediği için eleştiriyorum. Yani, siyaset yapıyorum muhalefeti söz konusu ederken. Yani,
yönetim eleştirisi getiriyorum.
Böyle düşünürken geçen gün ve
bu halin sorumlusu nedir derken eski bir fikrimin içimde
yeniden şekillendiğini gördüm:
Marksist eleştiri yoksunluğu!
***
Marksizm, bizzat bazı
eski solcuların, Marksistlerin onu '
mahkûm eden' tavrından sonra büsbütün ortadan el ayak çekmiş durumda.
Marksist bir eleştirinin geçerli, anlamlı, etkili, etkin olacağına kimse inanmıyor.
Varsın inanmasın. Gerçek benim söylediğimdir.
Siyaset olarak Marksizmi tartışabiliriz.
Elbette şimdi
100. yılına eriştiğimiz
Ekim Devrimi'nden sonraki uygulamaların iç yüzü
iyice anlaşıldığından hâlâ
siyaset olarak, siyasal sistem olarak Marksizm adı altındaki o
sakat ve bürokratik yapıdan yana olmanın
imkânı yok. (Kendi payıma, hiç olmadı!)
Fakat bu,
yöntem, yaklaşım, bilinç ve
nihayet
terminoloji olarak
Marksizmi dışlamak anlamına gelmez.
***
Birincisi, ne kadar eskimiş yanları bulunsa da, Marksizmin
sosyoloji olarak,
ekonomi politikası olarak geliştirdiği
perspektifi, analiz gücünü ve onu tatbik eden
terminolojiyi haiz, haiz ne kelime, onunla eşit tutulacak herhangi bir
metodoloji yok. Çok uğraşıldı, çok çalışıldı ama henüz o birikimle başa çıkılmadı.
Toplumsal yapıyı ve bağlı oluşumları anlamamıza yardım etmesi bakımından hayati bir gerçek bu.
Hatta şunu belirteyim. Bugün
post-Marksist bir
analiz ve birikim var. Mesela ondan
etkilenmiş bir
Feminist söylem var. Bunlar
da Marksizmden türemiştir. Kısacası, işin içine
Marksizm girdiğinde tablo değişir, bakış açısı
değişir, söylem değişir.
İkincisi şu.
Kapitalizmin içinde yaşıyoruz.
Neo-liberal politikalar,
Yeni Sağ politikalar kırkıncı yılına yaklaşıyor. Aşılamadılar.
Siyaset olarak Marksizm de o noktada tıkandı. Yeni bir şey öneremedi. 1989'da
Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla doğan travmayı ve o duvarın yıkılmasını sağlayan kısıtlamalarını (siyaset olarak)
aşamadı Marksizm.
Ama kapitalizmi gene de
sistematik olarak eleştirebilen, onu sorgulayan, onu kuşatan
tek söylem Marksizm.
Anarşizm, hatta
postanarşizm denebilir. Ama o da bir yerden sonra
Marksizmin bir versiyonudur. Marksizm şemsiyedir,
çatıdır.
Türkiye'de muhalefet bu gerçeğin ne kadar ayırtındadır, ana soru bu. Cevap belli:
'
hiç değildir.' Zaman bize bu ışığı tuttu. Bilenler zaten bilirdi. Bilmeyenler de şimdi
CHP'nin bu manada bir
solla ilişkisi olmadığını öğrendi. Tam tersine
bürokratik bir statükoyu savunmakla CHP'nin
sol bile olamayacağını ortaya koydu zaman. Ha, bunu görmek istemeyenler var, ona bir şey diyemem.
Öte yandan bu çerçeveyi çok iyi kuşatan
sol bir söylem var elbette. Fakat
sesleri duyulmuyor.
Dolayısıyla bize
Marksist perspektifin araçlarını kullanan bir yaklaşım lazım ki, asıl
eksik o!
Gerçek bir
sosyal demokrasi olsaydı demenin sırası değil mi?...