Geçen hafta uzak bir köydeydim. Issız ve kapalıydı. Kar yağıyordu. Uzaktan gelen boğuk köpek havlamaları dışında kozasındaki bir böcek kadar dünyadan kopuktu. Kar insanı içine dönmeye çağırıyordu.
Bu hafta sonu İstanbul'a kar yağdı. Köydeki kar ağır, sessiz, vakur bir edayla iniyordu üstümüze. İstanbul'un karı büyük uğultularla esen, hırçın, hoyrat, asabi bir rüzgârın esiriydi. Karı değil rüzgârı izledim.
Köydeki kar bütün yılgınlıkların üstünü örten bir merhametti. İstanbul'daki kar başlangıçta bir yılgınlık nedeniydi. Zaman geçti.
Hafta sonunun yumuşaklığına eriştik. Derken akşam oldu. Sonra gece geldi. Kar gecenin üstüne yağdı.
Turuncu ışık döken sokak lambasının aydınlığında, bütün sesler çekildikten, rüzgâr dindikten sonra pencerelerini açanlar, sokağa çıkanlar gökten yağan sessizliği dinleyebildi. Karın sessizlik halinde üstümüze inen uzak, durgun ve dingin gürültüsünü duydu içini dinleyen insanlar.
***
Birikmiş dergilere, kitaplara bakmaktan başka çare yok.
İki başlık gözüme çarpıyor.
New Statesman büyük manşetini çekmiş: '
Bölünmüş Britanya.' Fransız
L'obs'un başlığı daha telaşlı: '
Fransa 'Frexit' yapacak mı?' Yani, Fransa da, İngiltere'den sonra AB'den çıkacak mı?
Bunlarla meşgulken zihnim
Foreign Affairs müthiş provokatif bir uyarıyla geliyor:
'
Amerikan istisnacılığı yerine Trump 'huzursuz milliyetçilği' (insecure nationalism) önerdi. Amerika'yı küresel bir mağdur (global victim) olarak sunuyor.'
Aman Allahım. 21. yüzyılın ilk çeyreğini
henüz doldurmamışken, henüz iki on yılını
tamamlamamışken üç dünya devinden gelen
üç böylesi haber.
***
Tanzimat aydınları Avrupa ülkelerine sürgün gittiler. Elbette etraflarına baktılar, görebildiklerini gördüler. Ama kafalarında Türkiye vardı.
Jön Türkler Avrupa'da yaşadılar. Bütün zamanlarını Türkiye düşünerek, yazıp çizerek geçirdiler. 1970'lerde Avrupa'ya gidenleri tanıdım. Meseleleri Türkiye idi.
Sonra kendi kuşağım gitti. Hepimiz Türkiye ile yaşadık dünyanın öteki ucunda bile.
Bugün de öyle: Türkiye'yle yaşıyoruz. Türkiye yiyip içiyoruz. Dünyada yaşananlara gözümüz kapalı değil elbette. Ama hiç değilse cereyan eden tüm hadisatı kendimiz açısından yorumluyor, yoğuruyoruz. Bazen de '
Türkiye telaşı' dediğim heyecanla göremeyebiliyoruz yaşananları.
Ve zorlu Türkiye günlerinden geçiyoruz. Yaralı, kanayan bir Türkiye var. Onu onarmaya, sağaltmaya çalışıyoruz. Dikkatimiz kendimize dönük. Bütün bunlar nasıl oldu diye düşünürken çare de arıyoruz.
***
Fakat bir gerçeği bugün galiba tüm önceki zamanlardan daha iyi biliyoruz: ne Türkiye ne de dünyanın bir başka ülkesi artık tek başınadır, yalnızdır, soyuttur. Hayır,
küreselleşme artık bir dönem adı, hamlesi, hareketi olmaktan çıktı. Küreselleşme artık dünyanın
varoluş biçimi. Türkiye de dünyanın geride kalan kısmına hatta istemediği kadar bağlı.
Türkiye'nin geleceği elbette Türkiye'de biçimlenecek. Ama o gelecek ancak
dünyada yaşananlarla birlikte ele alındığında anlamını bulabilecek. Bu gerçek şimdi her zamankinden daha fazla bir
anlam, işlev ve ağırlık taşıyor.
Bahsettiğim şu üç olgu Türkiye'nin geleceğini tayin ediyor. Ve bu üç olgu öyle,
Ece Ayhan'ın öğrettiği tabirle '
yort, savul' diyeceğimiz türden değil. Hele ortaya getirdiğim şu denklemde
Rusya'nın
bulunmadığını hatırlarsak ve onun her işin içinde olduğunu düşünürsek işin kapsamı daha iyi anlaşılabilir.
İşin özeti, yeniden kurulan, bütün bilinen denklemlerin kökünden değiştiği bir dünyadayız.
Kar yağıyor dünyaya...