Bazı insanlar ölür, hayat durur, her şey susar. İnsan içinde yaşadığı günün gerçeğini, acı ve sevincini o ölümün sessizliği içinde kavrar. Gece yarısına yakın bir saatte gelen John Berger'in ölüm haberi benim için öyleydi, hayatın bütün keşmekeşini, meşakkatini, dağdağasını bir kenara itti, her yer derin bir sessizliğe gömüldü.
Yaşadıklarımızın, acı, hüzün, kırgınlık dolu yaşadıklarımızın ağırlığı, bu bilgenin hayatımda bıraktığı derin, anlamlı ve daima suskunlukla yüklü ağırlık içinde hiç de öyle geriye çekilmedi, tam tersine her zamankinden daha fazla öne çıktı fakat 'sırlandı' diyeyim.
***
Daha önce de söylemiştim.
İnsan bazen hayatı hiç tanımadığı, yüzünü görmediği ama en yakın akrabasından, dostundan bile daha fazla içinde hissettiği bazı sanatçılarla, edebiyatçılarla yaşar. Onların yayınlanacak kitaplarını, albümlerini, filmlerini kendisine ait en büyük heyecanlardan biri olarak bekler.
Neredeyse kırk yıldır tanıdığım, yapıtlarını okuduğum, görüşleri üstünde düşündüğüm John Berger gene onlardan biriydi.
Daha geçen hafta onun 90. yaşı nedeniyle birbiri peşi sıra yayınlanan
Landscapes ve
Confugurations isimli kitaplarını okumuştum.
Confugurations'ın daha ilk satırında, 80 yıldır yazıyorum diyordu. Bunlar hayatın kıyısına, köşesine yayılmış küçük notlardı.
Ama bir
bilgenin elinden çıkmış en kısa bir cümle bile bize başka ufuklar açmaya yeter.
Bilgelerin önemi yazdıkları her satırı kendilerinden çıkarıp bize mal etmeleri, her satırda bize ait bir gerçekliği dile getirmeleridir.
Onlar değildir artık konuşan, yazan, gösteren, bizizdir. Berger'in o küçük yazılarını da bu duyguyla okumuştum.
Geçen yıl da sanat yazıları
Portraits'te bir araya getirilmişti. Alışıldık sanat eleştirileri değildi bunlar. Gene bütün bilgelerin yaptığı gibi Berger de ne yazarsa yazsın
hayat üstünde düşünüyor, konusu ne olursa olsun hayat hakkında bir şeyler söylüyordu.
***
Berger gibi bilgelerin hayat üstünde düşünürken bir tek meselesi vardır:
insan!
Antik Yunan felsefecilerinden beri düşünürler bu bağlamda ikiye ayrılır. İnsan üstünde düşünürken bile başka şeyleri dile getirenlerle, başka konular, kavramlar, olgular hakkında yazarken bile insanı söz konusu edenler. Berger 'insancı'lardandı.
Bu nedenle insana ait olan gerçekliği keşfetmeye durdu. İlk yapıtlarında kaçınılmaz şekilde görülen mekanikliği giderek kendi içine çekilerek aştı.
Görme Biçimleri hepimize bakmayı öğretti. Öyle söyleyeyim:
biz bakıyorduk, o görüyordu!
Sonra gerçekten bilgece kitaplar yazdı.
Nesneleri, kavramları kimsede olmayan, eşi bulunmayan bir duyarlılıkla kavradı. Hiçbir zaman yazarlığının önüne geçmeyen ressamlığının elbette bunda bir payı vardı.
Bütün yazdıklarının iki ağırlık noktasından biri eğer insansa diğeri
vicdandı.
Vicdanı olmayan insan olamazdı.
'İnsancılığı' ('insancıllığı' değil!) ve dünyaya vicdanla bakması onun
solculuğunun bir uzantısıydı. Ya da tersi: solculuğu, insancılığının ve vicdanının bir sonucu olarak biçimlenmişti. İngiliz solculuğunun entelektüel- hümanist bireşiminin Berger'den daha somut bir adını bulmak olanaksızdır.
Romanları bütün bu özelliklerinin felsefe kıyısına çekilmiş metinleriydi.
***
Günü geldiğinde gitti derin Fransa'nın bir köyüne çekildi. Orada daima büyük bir hassasiyetle ve kavrayışla yaklaştığı köylülerle, doğayla, hayvanlarla birlikte yaşadı.
Her şey yazdı, şiir, roman, deneme, eleştiri.
Ama ben daima onun tüm bu yazdıklarını öreten bir
sessizlik duydum.
Yazısı kılı kırk yaran bir dikkatle, incelikle ilerlerken ve hatta Berger bilakis sesini yükseltirken bile ben onun derin bir sessizliğe çekildiğini, bir sessizlik içinden konuştuğunu, sessizliğin sesiyle dünyaya bir cevap üretmeye çalıştığını hissettim.
Geçen yıl yayınlanan ve
Yücel Göktürk'ün kendisiyle telefonda yaptığı
bir röportajı içeren güzel kitapta da o sessizliği
duymuştum. Zaten o da söyleşinin
belli yerlerinde susuyordu.
O sessizlik bir sesti, uğultuydu. Tıpkı
kar yağarken duyulan sessizlik gibiydi. Tıpkı
her şeyi üreten
toprağın sessizliği gibiydi.
Düşüncenin, vicdanın, duyarlılığın sessizliğiydi.
Ama gene tıpkı kar yağarken ve tohum toprağı yarıp çıkarken oluşan, sadece duyanların duyduğu bir uğultusu, kükremesi vardı.
Şimdi ise her yer gerçekten beton kadar tok bir sessizlik içinde.