Uzak, dünyaya kapalı, karların ardında etrafla ilişkisini büsbütün kesmiş bir yerdeyim. Yeni yıla orada girdim. Pek öyle münzevi bir ortamda sayılmazdım. Kendine göre bir hareketliliği vardı köyün.
Gene de insanın kulaklarını yırtacak kadar bastıran sessizlik, karları savuran, zaman zaman karayele dönen şiddetli, poyrazın dağıttığı bulutların ardından görülen büyük, ışıl ışıl yıldızlar, önüme uçurum gibi uzanan vadinin öte kıyısından gelen boğuk köpek sesleri...
Yanan tandırlardan, ocaklardan havaya savrulan is kokusu...
Yürürken bakıyorum, 100. doğum yılını kutlayacağımız büyük ozan Cahit Külebi'nin deyişiyle 'karlar donmuştur otların ucunda'... Üstünde biriktirdiği karlarla kendisini buzdan bir heykele dönüştüren büyük kiraz ağacı... Birdenbire havalanan serçeler... Kısacası bu defa Behçet Necatigil'in söyleyişiyle 'donmuş dallarda çiçek'...
Yani sonuna kadar kış, doğa ve kar ve köy ve uzaklık...
Elektrikler kesik. İnternet neredeyse çalışmıyor. Büsbütün kopuğum dünyadan. Gece evde el ayak çekildikten sonra kalkıp yavaşça balkonun kapısını açıp karın kokusunu içime çekiyorum.
Soğuk adeta üstüme yapışıyor.
***
Sonra sabah... Ve ilk haber. İstanbul'da bu satırları yazdığım sırada açıklanan rakamla 39 ölü. Masanın başına oturuyorum, sanki ameliyat yapacak bir cerrahmışım gibi, bir yandan kahrolup bir yandan soğukkanlılıkla bu yazıyı yazmaya başlıyorum. Oysa nelerden söz edecektim. Mesela
Şener Şen'e yapılan haksızlığı anlatacaktım. Türkiye'de belli bir kesimin alışkanlık haline getirdiği ve şimdi de ona yönelttiği gerçek manadaki
linç girişimini eleştirecektim. Güzel şeylerden söz edecektim.
Şimdi bunları yazıyorum.
***
Ne diyebilirim ki demem, söyleyecek çok şeyim var. Tersine büyük bir hırsla konuşmak istiyorum.
Terör bugünkü dünyanın neredeyse matematiksel somutluk, katılık kazanmış bir belası. Daha uzun bir süre devam edecek. Eskisinin artık kimseye yetmediği, yenisinin henüz biçimlenmediği bir dünya arasında
sıkışan insan kendi yaşadığı
ideoloji, ruh ve kimlik krizini etrafına ölüm kusarak yaşıyor.
Her şey bu kadar
basit. Her şey bu kadar
karmaşık. Bu belirsizlik dediğim gerçeğin içinde
Ortadoğu'nun karmaşası var, kırk yıldır devam eden ve
soldan bir tepki üretmediği için gitgide
radikalleşen bir sağdan tepki gören
neo-liberal politikalar var,
açlık var,
yoksulluk var. Bu gerçeğin içinde
% 25-30 sanılırken nüfusun sadece
% 7'sini (
Fransa'da) meydana getiren
Müslümanların gördüğü tepki var.
Müslümanların dünyayı yorumlarken
saplanıp kaldıkları yanılgılar var.
Bu kesimlerin her biri ayrı ayrı terör üretiyor. Çare midir terör sorusunu soracak ve bunu irdeleyecek noktada değiliz. Çare değildir. Ama gerçektir. Lanet bir gerçektir terör şimdi. Terör, evet, artık bir fizik, bir matematik gerçek. Yeni bir dünya ancak ona karşı başka türlü bir
sistem geliştirilir, terör eğer gerçek anlamda engellenirse kurulacak. Bu
melanet, bu
şenaat bu derecede hayatımızın ortasında. İnsanlığın başka bir
bilinç ve yöntem geliştirmesi gerekiyor teröre karşı. O da ancak terör kadar acımasız ve katı bir gerçekle yoğrulmuş olursa etki kazanacaktır. Gerisi boş laftır. Dünya bunu böyle bilmeli.
İşte bu nedenle terör kurbanları için derin bir hüzünle susarken, terör karşısında en yüksek sesle konuşmak gerek.
Gene de içim kırgın. İçimde yükselen o sessizlikle, o isyan duygusuyla ovanın üstüne yayılan gün ışığına bakıyorum. Ova dünyanın belirsizliğini andırır bir sessizlik ve ürkütücülükle uzuyor önümde...