Bakıyorum, Meşrutiyet Caddesi'ndeyiz, Ankara'da, uzun boylu, yapılı, saçları bembeyaz, geniş bıyıklı, çok yakışıklı bir kişi epeyce öne doğru eğilmiş yürüyerek gelip gidiyor. Herkese selam veriyor, herkesle dost, ahbap. Biz de mahallenin çocukları kenardayız, bize de selam veriyor, gülüyor.
Bugünkü merakım o günlerde de ayakta. Sordum, soruşturdum, İsmet Sezgin dediler. Aaaa... Ben onu çok yıllar öncesinden, Kars'tan tanıyorum. Hem de ne tanımak?...
***
Çok yazdım: Kars'tayız. Bir gün babamın avukatlık yazıhanesine gitmişim. 'Kâtip' yok demiş. O arada bir hengâme kopmuş sokakta, biri 'geliyor' diye bağırmış. Ben heyecanlıdan da heyecanlı bir çocuğum, koşturdum, kaldırımda en önde durdum. O toplu, şişmanca adam, başı çıplak, sol elinde fötr şapkası ve gözlüğü, tam önümden geçerken gerdanını kırdı, mahcup bir ifadeyle başını şöyle hafif çevirerek epey yukarı kaldırıp bizi selamladı, yürüdü gitti. Yanında uzun boylu, yapılı, yakışıklı birisi var. Güler yüzlü. O şişmanca zatın
Süleyman Demirel olduğunu biliyorum. Ötekini tanımıyorum.
Epey bir zaman sonra babam döndü geldi. Yanında ahbapları. Onlara diyor ki,
Demirel akıllı konuşuyor ama hatip değil. Bakın o
İsmet Sezgin daha iyi konuştu. Demek o zat İsmet Sezgin'miş ve ben sokakta şimdi onu gelip giderken görüyormuşum.
***
Yıllar 1970'lerin başı.
12 Mart kasırgası biraz atlatılmış. 1973 seçimlerine dolu dizgin gidiyoruz. Bir gün evin yanındaki alçak duvarda oturuyorum. Yıllar
Ecevit yılları. Elimde
CHP'nin yayınladığı
Özgür İnsan dergisi (sonra o derginin kültür sanat bölümünün
editörlüğünü de yaptım, 1977-78
arasında), okuyorum. 'Yahu bu gençler de
hep Ecevitçi mi' diye bir ses. Başımı kaldırdım,
a, o. Ayak üstü, çok dostça, ahbapça
benimle sohbet ediyor. Ona bu hatıramı
anlatıyorum. Hemen hatırlıyor. Ondan sonra
İsmet Sezgin, benim için
İsmet Amca.
Sonra çeşitli vesilelerle neredeyse tüm ailesiyle yakınlaşıyoruz, neredeyse akraba oluyoruz. Babam ölüyor, İsmet Amca arar. Annem ölüyor, İsmet Amca arar. Bir başarı kazanırım İsmet Amca arar.
***
Şimdi yazarken düşünüyorum,
Meclis Başkanlığı, Bakanlıklar,
parti genel başkanlıkları yapmış birisi hakkında böylesine
öznel, şahsi hatıralar anlatmak doğru
mu?
Yanlış değil. Çünkü şu anlattıklarımda sadece bir
tarih değil, kendine göre bir
sosyoloji de yatıyor. Mesela
CHP'li bir aile ile
DP-AP geleneğinden gelen aileler bu derecede birbiriyle yakın olabiliyordu. Nedeni hepsinin aynı
kentsel dokulardan gelmeleri, aynı
sınıflara mensup olmaları, benzer
kültürel geçmişi paylaşmalarıydı. Gene de söyleyeyim ki,
tarihsel ilericilik özelliği dışında
DP-AP'nin o dönemlerde
köylülükle, taşrayla kurduğu ilişki daha önemliydi. Nitekim tabanları zamanla
Akparti'ye kaydı, üst kadrolar, şu anlattığım niteliği taşıyan
kesimler, bir tür
CHP'lileşti.
Neyse, o ayrı bir öykü. Ama beni ilgilendiren işin başka bir yönü:
İsmet Amca 1955'te, 27 yaşında
Aydın Belediye Başkanı, üstelik
Menderes'e karşı. Ondan önce ve sonra hep siyasetin içinde. Bu Türkiye'nin
demokrasi tarihi demek. Ve bu tarih kan ve gözyaşıyla yüklü.
Bütün bunlara rağmen bu insanlar nasıl oldu da bunca büyük bir çabayla, sabırla, ısrarla
siyasette direndiler. Bu başlı başına bir olgudur. Şimdi geriye dönüp o dönemleri ve siyaset anlayışını eleştirebiliriz. Ama o tutum, şu insanların şu bahsettiğim gerçeğinin üstünde değildir. Onlar var güçleriyle, çoğu zaman da kendilerini 'yakarak' olanı büyütmek, ilerletmek istediler. Ötesi '
divana kalacak' meselelerdir.
İsmet Amca daima öyle, bundan sonra da öyle olacak: uzun boylu, yapılı, yakışıklı, güleç...