Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Devleti değiştirmek, devleti dönüştürmek

Aladağ'da bir yurtta çıkan yangında 11 çocuğumuz yandı. Bu haber karşısında insanın yüreğinin yanmaması mümkün mü? Daha önce de buna benzer haberlerle karşılaşmıştık. Hatırlıyorum, yıllar önce, yurt dışındayken bir okulun çöktüğünü ve altında çocukların kaldığını öğrenmiş gene acı içinde kıvranmıştım. Ne yapalım, herkesin bir zaafı var.
Fazıl Hüsnü Dağlarca asker görünce ağlarmış, kısa bir süre önce yitirdiğimiz şair dostum Melisa Gürpınar çocuk görünce dayanamazmış. Ben de öğrenciler ve gençler konusunda benzeri bir zaafa sahibimdir.
Yangın yeteri kadar vurucu bir hadise.
Ama oradan hareketle başka bazı hususların üstünde durmak gerek. Onların başında devlet meselesi geliyor.

***
Kim bilir kaç kez yazmışımdır. Devlet konusunda çok temel bir saptamam vardır.
Türkiye'de devletin, II. Mahmud'dan beri, onca 'modernleşme' iddialarına rağmen bir türlü modernleşemediğini düşünüp savunurum. Batının 'kameralizm'den başlayarak geldiği Weberci rasyonel, örgütlenmiş, planlamaya dayalı devlet modeline biz erişememişizdir. Onca çabalamışızdır ama elimizde bu bakımdan tatmin etmeyen sonuç vardır.
Üstünde çok düşünülmesi gereken bir konudan söz ediyorum. Modernleşme, devletin, yani bürokrasinin modernleşmesiyle başlar. Cumhuriyet hamlesi bu yönde bir gelişme sağlar. Yurt dışına eleman göndermek, onları istihdam etmek yabana atılmaz bir girişimdir. Ama daha sonra devreye giren partizanlık gibi, nepotizm gibi, kayırmacılık gibi, devlet kaynağının siyasal maksatla kullanılması gibi sayısız neden devlet bürokrasisinin rasyonalitesini yok etmiştir. Planlamaya dayalı da değildir bizde devlet idaresi. Ben eğitimciyim. Eğer öyle bir planlama olsaydı bu kadar diplomalı işsiz de olmazdı veya sanat tarihi veya arkeoloji veya ziraat mühendisliği bölümlerinden bunca mezun verilmezdi.
***
Yaşadığımız bütün sıkıntılar bu devlet yetersizliğinden kaynaklanıyor. Buna bir husus daha ilave edeyim.
1980 sonrasındaki neo-liberal politikalar devletin adeta terk edilmesine yol açtı. Bu paradoksal bir durumdu. Bir yandan devlet belki eskisinden daha fazla kullanılıyor (kadrolar itibariyle) ama bir yandan da devlet rasyonalitesi (aman 'devlet aklı' demeyin, o çok tehlikeli bir husustur) veya rasyonel devlet hiçe sayılıyor, işin bu yanı yüz üstü bırakılıyordu. 15 Temmuz sonrasında da anladık ki, o iğrenç FETO bakımından, devlet devleti ele geçirme yeriymiş. Bu çizgi bizi bugün bulunduğumuz noktaya getirdi. Devlet bugün her zamankinden daha sorunlu bir varlık.
***
İlginç olanı şu ki, Akparti gibi çevreden gelen siyasal hareketler daima, tanımları, özleri gereği devlet karşıtı hamlelerdir.
Devleti dönüştürmeleri beklenir, devleti sahiplenmeleri değil. Bir paradokstan bahsetmiyoruz. İktidar devlet yönetimidir.
Tabii ki, devletle doğal bir bütünleşme olacaktır. Devleti yok edecek bir nihilizmden söz etmiyoruz. Ama devletin revizyonu bir ilkedir. Bu da bir yönetim meselesidir.
Nitekim ilk döneminde Akparti'nin yaptığı tam da buydu.
Akparti uzun iktidar döneminden ve atlattığı 15 Temmuz felaketinden sonra bugün böyle bir zorunlulukla karşı karşıya.
Toplum ondan her düzeyde yeni bir devlet hamlesi bekliyor. Çağın gereklerine uygun, liyakate dayalı, rasyonel, planlayan ve ona uygun davranan bir devlet yapılanmasını bekliyor.
Böyle bir oluşum için şartlar hiç bugünkü kadar uygun olmamıştı.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA