Basına yansıyan haberlerden öğrendik ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan devreye girdi ve 'tecavüz yasası' konusunda hükümetin eleştirileri dikkate alması gerektiğini söyledi. Bunun üstüne tasarı Komisyon'a geri çekildi.
Bu sevinmek ve üzülmek gereken bir durum.
***
Erdoğan'ın devreye girip müdahale etmesi yasanın
makul bir çizgide
değişeceğine bir işaret. Sevindirici.
Ama bu gelişmenin Cumhurbaşkanının bizzat devreye girmesiyle sağlanması üzücü.
Hükümet,
toplum bütün kanatlarıyla ayağa kalkmışken bu girişimi kendi
başına yapamıyor mu, mutlaka
Erdoğan'ın politik dikkatine mi ihtiyaç duyuyor?
Aslına bakılırsa bugüne değin benzeri işlerde de hep böyle olduğunu düşünmek, görmek, söylemek gerek.
Erdoğan'ın tepkisi, kararı, hamlesi belirleyici oluyor.
Bunda şaşacak bir şey yok. Neticede Erdoğan hareketin lideri, kendisine bağlanmış bir parti ve taban var. Kitlesi onun gözünün içine, ağzından çıkacak sözcüklere bakıyor.
O yönde karar alıyor.
Başbakan Yıldırım bu doğrultuda çok iyi bir oyun kurucu. İyi bir arabuluculuk yaptığı ortada. Daha
diyaloğa açık bir pozisyon yaratıyor.
***
Buradaki kritik sözcük, '
diyalog'.
Yeniden bu kavramın önemi üstünde durmayacağım.
Hâlâ öğrenemediysek öğrenemedik.
Ayrıca ben bu tür konularda daha '
determinist' bir noktada bulunuyorum.
Yani,
olan olabilecek olandır diyorum.
Olsaydı şöyle olurdu muhakemesine siyasette de hayatta da yer olmadığı kanısındayım. Bu kesin bir gerçektir. Dolayısıyla eğer bir
diyalog sorunu yaşanıyorsa bu '
öyle olması gerektiğine inanıldığı' içindir. Analizcilere düşen de bu durumu yorumlamaktır. Çünkü
siyasal analiz sonradan (a posteriori) yapılır.
Eğer siyasette diyalog yoksa bu, belki kötü, belki sorunlu ama bir veridir!
***
Buradan hareketle başka bir noktaya geleceğim: hangi konu olursa olsun
iktidar, tabanı, kitlesi, koyu, katı, ödünsüz bir savunma içinde. Müthiş bir
içe kapanma gösteriyor. Herhangi bir
eleştiriyi kabul ederse bütün zeminin ayakları altından kayacağını, her şeyin boşa çıkacağını, tüm cepheleri yitireceğini sanıyor.
Böylesi bir yanlış tutum onu
savunmaması gereken, düpedüz yanlış konumları,
kavramaları da
savunmak zorunda bırakıyor.
O tavır, her ne ise, '
muhafazakârlığın' bir zarureti olarak görünüyor, muhafazakârlığın adeta
varlıksal, ayrılmaz, tayin edici unsuru şeklinde ele alınıyor.
Buna neden olarak muhafazakârlığın '
özgül' bir 'ideoloji' oluşu gösteriliyor. Yanlış!
Başka ideolojiler de en az o kadar özgüldür.
Böyle bir değerlendirme
muhafazakârlığa taşıyamayacağı bir
bilinç durumu inşa
etmektir.
Ayrıca, diğer ideolojilerle mukayese edildiğinde muhafazakârlık onlara nazaran çok daha dışa dönük bir ideolojidir. Çok daha
popüler ve popülist bir tabanı vardır.
Diğer ideolojilerin içerdiği '
yabancılık' dolayısıyla '
özgüllük' boyutu daha yüksektir.
Türkiye'de
muhafazakârlığın bugüne kadar süren başarısı onun daha fazla
hayata ait, onunla iç içe, üretken, 'canlı' bir ideoloji olmasındandır.
Şimdi bahsettiğim yaklaşımla muhafazakârlığı içine kapamak ve ona '
bürokratik' bir tutumla yanlış pozisyonları bir '
tehdit algısı' içinde savundurmak, onu
bürokratik bir ideolojiye dönüştürmek çok anlamsız bir tavırdır.
Hele Türkiye'nin hep
bürokratik ideolojilerden çektiği düşünülürse...